Home » Şili’li devrimci yayın organı América Rebelde (Asi Amerika) Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri ile röportaj yaptı
Röportaj

Şili’li devrimci yayın organı América Rebelde (Asi Amerika) Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri ile röportaj yaptı

Şili’de yayın yapan América Rebelde (Asi Amerika)’nın, Partizan ile yapmış olduğu röportajı paylaşıyoruz. América Rebelde web sayfasında; ”

Halkların mücadelesi sadece burjuva-baskıcı devletin değil, aynı zamanda kontrgerilla politikaları, baskı aygıtları ve araçları işkence, devlet terörü ve siyasi tutuklama olan faşist politikalarla da karşı karşıyadır. Emperyalizmin müttefiki rejimler, tüm bu politikaları tam bir dokunulmazlık içinde ve paralı basının suç ortağı sessizliği içinde geliştiriyorlar. Türkiye, faşizmin cumhuriyetin kuruluşundan bu yana var olduğu ve yüzyılı aşarak Hitler ve Mussolini’nin yenilgisine rağmen ayakta kaldığı en dramatik örneklerden biridir. Şehitlerin ve ailelerinin adalet mücadelesini haklı çıkarmak için verdikleri mücadele örnek teşkil ediyor. Bu nedenle Türkiye’den Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri ile bir röportaj gerçekleştirdik.” açıklamasıyla duyurulan röportajın İngilizce ve İspanyolca çevirisini América Rebelde web sayfasından okuyabilirsiniz.

INTERVIEW. FAMILIES OF POLITICAL PRISONERS AND MARTYRS OF PARTIZAN (TURKEY)

 

América Rebelde: Öncelikle Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri’ni tanıyabilir miyiz? Nasıl ortaya çıktı? Ne zaman kuruldu? Amaçları ve işlevi nedir? Kimler bir parçasıdır? Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri’nin kurulduğu siyasi bağlam neydi?

PŞTA

PŞTA

PŞTA: Her örgütlenme bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkar. Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri örgütlenmesi de Partizan siyasetini en yakınları aracılığıyla tanımış olan ailelerimizi örgütleme ihtiyacının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bir araya gelmek, sorunlarımızı paylaşmak, ortaklaştırmak ve çözüm iradesi göstermek örgütlenmemizin ilk adımları oldu.

Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri olarak kendimizi kamuoyuna duyurmadan önce de Partizan ailelerinin birlikte hareket ettikleri, mücadelenin çeşitli alanlarında öne çıktıkları birçok çalışmamız oluyordu. Özellikle 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi, Adalet Bakanlığı, hapishane önleri, ailelerin baskı ve işkencelere karşı direniş eylemleriyle bilinir. Partizan tutsaklarının aileleri de bu direnişlerde en önde yerlerini almıştır. Mücadele içinde tutsak düşen, faşist diktatörlük tarafından katledilen yakınlarımızı sahiplenmek, onların seslerini duyurabilmek için gerçekleştirdiğimiz eylemlerde kimi zaman aileler de gözaltına alınarak tutuklandı. Sesimizi duyurabilmek için birçok araç kullandık. Bu süreçte kurumsallaşma ihtiyacı daha yakıcı bir şekilde ortaya çıktı. Biz de ilk olarak kendimizi örgütlü bir şekilde 7 Ekim 1988 yılında İstanbul Tuzla Köprüsünde 4 yoldaşımızın yargısız bir infazla devletin kolluk güçleri tarafından bir araçta katledilmeleri sonrası yapılan cenaze törenleri ve eylemlerinde ifade ettik.

PŞTA Foto

PŞTA Foto

Mücadelemizin önde gelen özneleri tutsak ve şehit analarımızdı. Çalışmalarımızı bir süre Yeni Demokrat Kadın Derneği üzerinden yürüttük. Kısa sürede derneğimiz ve faaliyetlerimiz aktifleşip, ailelerimizin örgütlenme yeri haline gelince devletin saldırıları da gecikmedi. Derneğimiz polis baskınına uğradı, üyelerimiz tutuklandı ve bir süre sonra da derneğimiz kapatıldı. Ancak bu saldırılar hele de 12 Eylül sonrası toplumsal mücadelenin yeniden ivme kazandığı; yargısız infazların, gözaltında işkence ve kaybetme politikalarının hızla arttığı o dönemde ailelerin örgütlenmesini çok daha önemli hale getirmişti. Saldırılar karşısında evlatlarımızı, yoldaşlarımızı sahiplenmekten asla vazgeçmedik. Partizan aileleri olarak yürüttüğümüz tartışmalar sonunda bizi en iyi ifade edecek olan ismin Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri olduğuna karar verdik. Mücadele içinde ölümsüzleşen ve tutsak düşen yoldaşlarımızın ailelerini aynı zeminde buluşturmak için en uygun ismin bu olduğuna karar verdik. O süreçten sonra katıldığımız eylem ve etkinliklerde Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri ismini kullanmaya başladık. Her fırsatta yakınlarımızın haklı davalarının sürdürücüsü olduğumuzu dile getirdik.

Türkiye gibi faşist diktatörlükle yönetilen ülkelerde komünist-devrimci, demokrat, yurtseverlere yönelik işkenceler, katliamlar, tutuklamalar her dönem devletin başvurduğu teslim alma yöntemleri olmuştur. Çünkü devlet hapishanelere hâkim olmadan toplumu teslim alamayacağını bilir. Bu yüzden de hapishaneler sınıf mücadelesinin önemli mevzilerinden biridir. Tutsakların direnişlerinin hapishane duvarlarını parçalayıp dışarıya ulaşmasında ailelerin rolü çok büyüktür. İşte bu yüzden ailelerin örgütlenmesi, yakınlarının mücadelesine destek olması, evlatlarına yoldaş olması Partizan Şehit ve Tutsak Ailelerinin en büyük hedefidir.  Zulüm ve direniş sürdükçe bu sistemde en çok bedeli ödeyen kesimlerden olarak tutsak ve şehit ailelerinin örgütlenmesi de her zaman bir ihtiyaç olarak devam edecektir.

PŞTA Eylem Foto

PŞTA Eylem Foto

Çünkü bizi bir araya getiren, örgütleyen acılarımız, öfkemiz, umudumuz ve mücadelemizdir… Bu mücadelede kaybedilen, ölümsüzleşen, tutsak düşen yakınlarımızın sahiplenicisi, onların mücadelesinin aktif birer savunucusu olmakla sınırlamıyoruz kendimizi. Amacımız aynı zamanda bu mücadelenin öznesi, birer parçası olabilmek.

Devlet ailelerin bir araya gelmesini, örgütlenmesini, çocuklarına sahip çıkmasını istemiyor. Bu yüzden de bizleri en yakınlarımızdan koparabilmek için her türlü aracı kullanıyor. İçerde tutsaklara saldırırken dışarda da biz ailelere saldırmaktan geri durmuyor. İçerde tutsaklara tecrit uygularken dışarda da biz aileleri tecrit etmeye çalışıyor. Ailelerin hapishane önlerinde bir araya gelmesini, yaşanacak hak gasplarına birlikte ses çıkarmamızı engellemek için ziyaret günlerini ve saatlerini ayırıyor. Bu saldırıyı boşa çıkarmanın en iyi yolunun örgütlü hareket etmek olduğunu, tek tek çıkaracağımız seslerin cılız kalacağını geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz. Özellikle 1996 yılında, tabutluk olarak bilinen Eskişehir hapishanesinin kapatılması için yapılan ve 12 devrimcinin ölümsüzleşmesiyle zafere ulaşan ölüm orucu ve süresiz açlık grevi eylemi sürecinde tutsak ailelerinin güçlü ve etkili eylemleri vardır. Bu süreçte aileler de çocuklarına destek vermek için dışarıda açlık grevi eylemi da dahil çok güçlü ve çeşitli eylemlerle hapishanelerin dışarıdaki sesi olmuştur.

Gözaltında kaybedilenleri anmak ve akıbetini sormak için buluştuğumuz Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Annelerinin içinde Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri olarak da aktif bir şekilde yerimizi aldık.

Ö.O. Destek Eylemleri

Ö.O. Destek Eylemleri

2000 yılında Hücre Tipi Hapishanelerin gündeme geldiği süreçte Devrimci Hareketin birçok bileşenlerinin aileleriyle ortak kurduğumuz TUYAB (Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Birliği)’ta yürüttüğümüz faaliyetimiz birçok mücadele deneyimiyle doludur. O süreçte TUYAB olarak ailelerin güçlü katıldığı birçok direniş ve eylemler örgütledik. Yine sonraki süreçlerde de hapishanelerdeki tecride karşı benzer şekilde ortak platformlar kurarak ortak eylemler örgütledik.

 

 

 

TUYAB

TUYAB

Basın açıklaması için sokağa dahi çıkılamadığı, en ufak bir karşı seste gözaltı, işkence ve tutuklamaların yaşandığı dönemlerde dahi aileler sokaklara çıkmaktan vazgeçmedi. Kayıp yakınlarının buluşma yeri olan Galatasaray Meydanı 2000-2001 yıllarında F Tipi Hapishanelere karşı ailelerin direniş alanına dönüştü. Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri olarak bu direniş ve eylemlerde aktif olarak yerimizi aldık.

 

 

 

 

TDİ

TDİ

Bugün de devrimci hareketin birçok bileşeni ile ortak bir çalışmanın ürünü olarak kurulan Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi adı altında bir örgütlenme ile devletin özellikle hapishanelerde uyguladığı karşı-devrimci politikalara karşı tutsak evlatlarımızı sahiplenmeye, onların dışarıdaki sesi olmaya çalışıyoruz. Bu konuda henüz çalışmalarımız istenilen düzeyde değil. Ancak ortak düşmana karşı, ortak mücadele zorunluluğu bizleri böylesi bir çatı altında toplamaya ve mücadele etmeye olanak sağladı.

Özetle ifade etmek gerekirse, Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri olarak Arjantinli Plaza De Mayo Analarının “Önce Çocuklarımızı savunuyorduk, şimdi onların düşüncelerini…” söylemini genel şiarımız olarak kabul ettik. Ve mücadelemizi bu perspektifle yürüttük.

 

 

 

PŞTA Pankart

PŞTA Pankart

  • Şehit aileleri olduğunuzu söylediniz. Şehitler hakkında bize ne söylemek istersiniz.

Evet biz hem tutsak ailelerinin hem de devrim ve komünizm mücadelesinde ölümsüzleşen yoldaşlarımızın aileleri olarak örgütlendik. Tutsak aileleri ve şehit ailelerini birbirinden ayırmıyoruz. Çünkü ödediğimiz bedeller de düşmanımız da ortak. Ailelerimiz de bu mücadelenin bir parçası ve Proletarya Partisinin 52 yıllık tarihi şehit ve tutsak ailelerinin de mücadele deneyimleriyle dolu. Sınıf mücadelesi içinde en yakınlarımız bu faşist devlet tarafından ya katledildi ya da tutsak edildi. TKP/ML kuruluşundan bugüne kadar 400’e yakın önder, kadro üye, militan ve taraftarını ölümsüzlüğe uğurladı. İbrahim Kaypakkaya yoldaş 1972’de partiyi kurduktan çok kısa bir zaman sonra tutsak düşerek 90 gün süren işkenceler sonucunda katledildi. İbrahim Kaypakkaya’nın yaralı olarak tutsak düştüğü çatışmada TİKKO’nun ilk Komutanı Ali Haydar Yıldız TKP/ML’nin ilk şehidi olarak 24 Ocak 1973’te ölümsüzleşti. Yine 25 Ocak 1973’te ilk kadın üyesi Meral Yakar yoldaş ölümsüzleşti. TKP/ML kurucu önderi İbrahim Kaypakkaya’dan sonra üç genel sekreteri daha savaşın içinde ölümsüzleşti. Ali Haydar Yıldız’dan son şehitlerimiz Cumhur Sinan Oktulmuş ve Ferdi Tosun’a kadar yüzlerce kadro, üye, militan ve taraftar sınıf mücadelesi içinde ölümsüzleşti. Bu mücadele içinde şehit ve tutsak aileleri olarak da kayıplar verdik. Örneğin Elif Külekçi, Güzel Şahin, Hatun İldem, Nesibe Kaş, aktif faaliyet yürüten, evlatlarına yoldaş olan şehit ve tutsak ailelerimizdendi. Mücadele içinde ölümsüzleştiler.

Ölümsüzler

Ölümsüzler

Ödediğimiz bütün bedeller bizim onurumuzdur. Onları yaşatmanın, en başta onların davasını sahiplenmekle mümkün olacağını biliyoruz. Çünkü bu sistemin gerçek yüzünü en iyi bedel ödeyenler bilir. Victor Hügo’nun dediği gibi “çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür.” Ortak acılar yaşadığımız ailelerimizi örgütlemek, faşist sistemden hesap sormalarını sağlamak, Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri olarak en başta bizim görevimiz. Çünkü faşist devlet her fırsatta yoldaşlarımızın ailelerini de cezalandırıyor. Örneğin evladı gerillada katledilen ailelerimize cenazeleri aylarca bazen yıllarca verilmeyerek, kimsesizler mezarlığına gömülerek bu süreç, aile için de işkenceye çevriliyor. Devletin bu vahşetini belgelemek için sadece birkaç örnek vermek dahi yeterli olur. 2017 yılında ölümsüzleşen Agit İpek isimli gerillanın kemikleri annesine bir kargo kutusunda teslim edildi. 2016 yılında Diyarbakır Sur direnişinde katledilen Hakan Aslan’ın kemikleri, tam 7 yıl sonra babasına bir çuval içinde verildi. Yine TKP/ML’nin son şehitlerinden 2020 yılında 1 ve 4 Ekim tarihlerinde hava saldırısında ölümsüzleşen Ali Kemal Yılmaz ve Gökçe Kurban’ın cenazeleri aylarca kimsesizler mezarlığına gömüldükten sonra bizlerin ısrarlı ve örgütlü mücadelesi sonucunda teslim edildi. Aileler cenazeleri teslim aldıklarında evlatlarının başlarının kesilmiş olduğunu fark etti. Bu bile cenazeler üzerinde verilen bir gözdağıydı. Gerillalara yönelik baş kesme, kulak kesme gibi devletin 90’lı yıllarda da uyguladığı kontrgerilla yöntemleriydi. Bu günümüzde de hala devam ediyor. Devlet sadece evlatlarımızın düşüncelerinden değil onların ölü bedenlerinden dahi korkuyor. Kısacası, her türlü saldırıya karşı çocuklarının cenazelerini sahiplenen aileler baskıyla, işkenceyle, gözaltı ve tutuklanmalarla sindirilmeye çalışılıyor.

Şehit ve Tutsak Ailelerinin örgütlü hareket etmesi, devletin bu saldırılarına karşı ailelerin daha güçlü bir duruş sergilemesi açısından da önemli. Yakınları gözaltında kaybedilen, kaçırma, işkence ve tecavüze maruz kalan, cenazeleri parçalanan, çocuklarını defnedemeyen, yakınları tecritteyken yıllarını hapishane kapılarında geçiren aileler bu ülkenin sınıf mücadelesi tablosunu özetliyor.

  • Aynı zamanda tutsak ailelerisiniz. Türkiye’de kaç siyasi tutsak var? Hangi örgütlere üyedirler? Kaçı kadın kaçı erkek? “İsrail “de olduğu gibi çocuklar ve gençler var mı? 

Bu konuda sağlıklı veriler yayınlanmadığı için net bir sayı vermek zordur. Ancak yaklaşık 20 bin devrimci, komünist ve yurtsever tutsak hapishanelerde tutuklu ya da hükümlü olarak bulunmaktadır. Bu sayının büyük bölümü Kürt Ulusal Hareketine (PKK’ye) aittir. Çünkü özellikle Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik tutuklamalar neredeyse süreklilik kazanmış durumdadır. Komünist ve Devrimci harekete, devrimci, sosyalist, yurtsever basına, hakkını arayan işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere, aydınlara yönelik gözaltı ve tutuklamalar çok sık yaşanmaktadır. Neredeyse her ay evler, legal kurumlar basılarak onlarca kişi tutuklanmaktadır. İnsanlar sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle ya da hapishanelerdeki evlatlarına para yatırdıkları için dahi tutuklanabilmektedir. Son süreçte Kürtçe müzikte halay çektikleri için, Kürtçe müzik dinledikleri için birçok kişi gözaltına alınarak tutuklandı. Birçok muhalif gazeteci, aydın keyfi gerekçelerle tutuklandı.

PŞTA eylem

PŞTA eylem

Hapishanelerde Kürt Ulusal Hareketi dışındaki politik tutsaklar çoğunlukla TKP/ML, DHKP/C, MLKP, TKEP/L, MKP, TİKB, DKP örgütlerinden kadın ve erkek tutsaklardır.

Yine aynı şekilde komünist, devrimci, demokrat, yurtsever örgütlerden tutuklu ya da hükümlü bulunan kadınların sayısını da net olarak ifade etmek zordur. Türkiye’de genel tutuklu ve hükümlü kadın sayısı 10 binin üzerindedir ve sadece kadınların kaldığı 15 kadın hapishanesi vardır. Politik kadın tutsaklar genellikle yüksek güvenlikli hapishaneler, Kadın Kapalı Hapishaneleri ya da E tipi hapishanelerde tutulmaktadır. Bu hapishanelerde de yüzlerce devrimci ve yurtsever kadın tutsak bulunmaktadır.

Türkiye hapishanelerinde devrimci ve yurtsever gençlerin ve çocukların sayısı da çoktur. Adalet Bakanlığının verilerine göre 12-18 Yaş arası çocuk tutuklu ve hükümlülerin sayısı ise 2000’in üzerindedir. Bunların içinde eylemlerde polise karşı gelen, taş atan, slogan atan özellikle yüzlerce Kürt çocuk da bulunmaktadır. Ev baskınlarında protesto eylemlerinde çocuklar da işkenceye maruz kalmakta, gözaltına alınarak tutuklanmaktadır.

Yine İHD verilerine göre 30 Kasım 2023 tarihi itibariyle hapishanelerde 651’i ağır olmak üzere, toplam 1.517 hasta tutsak bulunmaktadır.

  • Şu anda, tutuklunun tüm temel haklarının ve adil ve tarafsız bir yargılamanın tüm unsurlarının ortadan kaldırılmasını içeren Düşman Ceza Hukuku hakkında çok fazla konuşulmaktadır. Bu, Devlet ve mahkemeler tarafından tutuklunun Devletin düşmanı olarak görülmesi suretiyle hukuki yargılamanın siyasi bir yargılama ile değiştirilmesidir, çünkü devletin yıkılmasını istememektedir. O bir toplum düşmanıdır. Türkiye’de Düşman Ceza Hukuku var mı?

“Düşman Ceza Hukuku”, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri vardır. Çeşitli dönemlerde isimleri değişse de özellikle sisteme muhalif olan herkese uygulanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında İstiklal Mahkemeleri, faşist diktatörlüğün otoritesini sağlamak için halka yönelik idam da dahil olmak üzere cezalar uygulanan olağanüstü yargı organları olarak öne çıkmıştır.

Yine 1980 Askeri Faşist Darbesi sonrası kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri de İstiklal Mahkemelerinin devamı niteliğindedir ve özellikle komünistlere, devrimci, demokrat yurtseverlere yönelik savunma hakkının gasp edildiği, işkenceyle alınan ifadelerin delil sayıldığı, idam kararlarının verildiği mahkemelerdir. Darbe sonrasında gelişen, gelişecek olan toplumsal muhalefeti bastırmak amacıyla sisteme muhalif herkes cezalandırılmıştır. Geniş çaplı gözaltılar, işkenceler, yargısız infazlar ve idamlar dönemin en öne çıkan uygulamalarıdır. Resmi verilere göre sadece 12 Eylül sürecinde 517 kişi idam cezasına çarptırılmış, bunlardan 50 kişi idam edilmiştir. 650 bin kişi gözaltına alınmış, 230 bin kişi tutuklanmıştır. Yine resmi kayıtlara göre 171 kişi işkencede katledilmiş, hapishanelerde insanlık dışı uygulamalar nedeniyle 299 kişi hayatını kaybetmiştir.

1990’lı yıllarda sınıf mücadelesinin gelişimi, kendiliğinden toplumsal muhalefetin gücü, şehirlerde devrimci eylemlerin, kırsal alanlarda gerilla mücadelesinin güçlenmesi ve aynı dönemde Kürt Ulusal Hareketi (PKK)’nin gerilla mücadelesinde bir sıçrama yaşaması sonucu bir mücadele yöntemi olarak çıkarılan Terörle Mücadele Yasası, devlete karşı gelişecek her türlü muhalefetin “terör” kapsamında değerlendirilerek cezalandırılması için geniş yetkiler tanıyan bir yasa olarak tarihe geçmiştir.  Komünist, devrimci, demokrat ve yurtseverlerin yanında aydın ve sanatçılardan öğrencilere, sendikacılardan, kadınlara kadar çok geniş bir yelpazede birçok kişi terör suçlamasıyla cezalandırılmıştır.

Özellikle 1990’lı yıllarda yaşanan kaçırma, gözaltında kaybetme, işkencede, yargısız infazlarda katletme, Türkiye Kürdistanı’nda köy boşaltmaları, köy yakmaları, zorla göç ettirme vb uygulamalar, ile devlet  “terörle mücadele” adı altında halka düşman faşist yüzünü en açık bir şekilde göstermiştir.

Tutsak Aileleri

Tutsak Aileleri

Yine 2000’ler sonrası devletin toplumsal muhalefeti tamamen ortadan kaldırma politikası tecrit ve treadmanla yeni bir boyut kazandı. İdam cezasının kaldırılarak yerine getirilen Ağırlaştırılmış Müebbet Cezalarıyla (Ömür boyu hapis) tutsaklar diri diri tabutluk denilen hücrelere konuldu.

Cezalandırma hapishanelerde de devam etti. Ölüm sınırında olan hasta tutsaklar da dahil hapishanede kalamayacak durumda olan tutsaklar serbest bırakılmayarak insanlık dışı uygulamalar yasal kılıflara uyduruldu.

2016’da çıkarılan Olağanüstü Hal Yasasıyla, kazanılan bütün haklar gasp edildi. Çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle halkın büyük bir kesimi potansiyel suçlu ilan edildi. On binlerce kamu emekçisi KHK’larla işten atıldı. Muhalif belediyelere kayyumlar atandı, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklandı. Sokak ortasında katliamlar yaşandı.

Bu saldırılar günümüzde de çok daha genişleyerek devam ediyor. Bunlara ek olarak artık insanlar sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek, sokak röportajlarında söyledikleri sözler nedeniyle de tutuklanıyor, aylarca, yıllarca hapishanelerde kalıyor. Cezaları tamamlanan tutsaklar hapishanelerde Gözlem ve İdare Kurullarının keyfi kararları nedeniyle tahliye edilmiyor.

Bütün bunlar sizin de dediğiniz gibi tutsakların ve sisteme muhalif herkesin devlet tarafından düşman olarak görülmesi ve yargılama ve cezalandırmanın da bu çerçevede yaşanmasının somut örnekleridir.

  • Türk Devleti’nin faşist karakteri Erdoğan’la değil, 1923’teki kuruluşuyla başlar, bu nedenle siyasi hapishanenin birkaç aşaması veya dönemi olduğu söylenebilir mi? Eğer siyasi hapishane tarihinin birkaç aşaması varsa, bunlar neler olabilir? Farklı aşamalar arasındaki farklar nelerdir?

    Türkiye’de hapishaneler tarihi, Albert Camus’un belirttiği gibi, “Bir ülkenin nasıl yönetildiğini anlamak istiyorsanız, o ülkenin hapishanelerine bakın” yaklaşımının tezahürü niteliğindedir. Bir yönetim biçimi olarak faşizmin sürekliliğinden bahsettiğimiz bir coğrafyada, elbette devletin en temel kurumlarından olan hapishanelerde faşist anlayışın, faşist politikaların şekillendirdiği bir içerikte tüm halka yönelik bir saldırı aracı olarak kullanılmaktadır.

    Sorduğunuz soruyu iki çerçevede değerlendirmek doğru olacaktır. Birincisi, hapishaneler tarihinde egemen sınıfların stratejik yaklaşımı nedir, ikincisi ise bu stratejik aşamaya uygun taktiksel aşamalar nelerdir? Toplamda ise Türkiye Devrimci Hareketinin ve toplumsal muhalefetin bu noktadaki konumlanması nasıldır?

    Öncelikle kısaca şuna vurgu yapmak gerekir. Türkiye’de egemen sınıfların hapishaneler politikasını sadece Türk hâkim sınıflarının (komprador burjuvazi ve toprak ağası sınıfları) politik yönelimi olarak okumak eksik kalacaktır. TC egemen sınıflarının emperyalizme göbekten bağımlı hali, ülkenin yarı-sömürge yapısı itibari ile Türkiye’deki hapishaneler politikasına yön verenin de emperyalizme bağımlı iktisadi-politik-askeri yönelimin ürünü olduğunu söylemek gerekir. Buna bağlı olarak zayıf iktisadi yapının işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamına yönelik ağır sömürü koşulları olarak yansıması, egemenlerin kırılgan siyasi yönetim krizlerinin sürekliliği, karşısında toplumsal muhalefeti de sürekli ve canlı kılmaktadır. Bu durum Türk hakim sınıflarının egemenliğini tehdit ettiği kadar uşakları olduğu emperyalist efendilerini de açıktan tehdit etmektedir. Zira emperyalizme bağımlı yapının doğurduğu çelişkiler, anti-emperyalist mücadeleyi de diri tutmakta ve anti emperyalist mücadeleyi devrimci mücadele ile iç içe geçiren koşulları yaratmaktadır. Hal böyle olunca gerek gelişme ve büyüme potansiyeli her daim diri olan, sınıfsal-toplumsal muhalefeti sindirme ve teslim alma, ama esas tehdit olarak algıladıkları bu muhalefeti örgütlü bir güce dönüştürecek irade olan devrimci iradeyi teslim alma politikası, faşist sistemin en temel hedeflerinden birisidir. İşte hapishanelerin egemen sınıflar ve efendileri emperyalistler açısından stratejik önemi buradan kaynaklanmaktadır ve ana hedef teslim alma, yıldırma, sindirme, korku salma aracı olmaktadır.

    Elbette hapishaneleri de bu hedeflerine uygun olarak sürecin kendi politik-ekonomik-askeri yönelimine uygun şekillendirmektedir. Bunun tarihsel bir tarihsel geçmişi vardır ve içinde bulunduğu yönelimde çeşitli biçimlerde sürmektedir.

    Bu anlamda egemenler, hapishaneleri her tarihsel süreçte en büyük tehdit, en büyük saldırı araçlarından birisi olarak görmekte, özellikle mimari yapı adı altında ama esas olarak tecrit ve treadmanı en güçlü şekilde uygulayabilecekleri biçimde şekillendirmekte, devrimci-komünist-yurtsever güçleri ve tüm toplumsal muhalif kesimleri dışarı ile bağını koparacak şekilde hapishaneler politikası izlemektedirler.

    Türkiye’de hapishaneler tarihinin aşamalarına yanıt verirken aynı zamanda düzenli olarak tekrar eden askeri darbeler dönemini de bu aşamalar içerisinde değerlendirmek gerekir. 12 Mart 1971 Askeri Sıkıyönetim, 12 Eylül 1980 Askeri Faşist darbesi dönemleri askeri mahkemelerin direkt olarak devrede olduğu, askeri diktatörlüğe paralel hapishanelerdeki devrimci tutsakların faşist askeri kurallar ile en vahşi yöntemlerle teslim alınmaya çalışıldığı, katledildiği dönemler olmuştur.

    Gerek sivil gerekse de askeri faşist yönetimlerle egemen sınıflar koğuş sistemi olarak tabir ettiğimiz hapishanelerle devrimci tutsakları teslim almaya, imha etmeye yönelmiş ama esas olarak devrimci iradeyi hiçbir zaman teslim almayı başaramamıştır. Bu süreçte hapishanelerde uygulanmak istenen Tek Tip Elbisenin kaldırılması baskı ve işkencelerin sonlandırılması amacıyla İstanbul’da Metris, Davutpaşa, Hasdal ile Amed (Diyarbakır) 5 Nolu Hapishane’si başta olmak üzere bir çok hapishanede ölüm orucu ve açlık grevi eylemleri ve fiili direnişler gerçekleşmiştir. 1982 ve 1984 yılında yapılan ölüm orucu eylemlerinde ise 8 devrimci-yurtsever tutsak ölümsüzleşmiştir. bu direnişler sırasında saldırılara karşı filli direniş içerisinde olan aralarında TKP/ML tutsaklarından Sedat Özkaradağ ve Ali Sarıbal’ın’da olduğu çok sayıda tutsak’ta katledildi. Saldırı mekanizması olarak yaşam bulan hapishaneler politikası, komünist-devrimci-yurtseverlerin, her dönem  hapishaneleri sınıf mücadelesinin önemli bir mevziisi olarak görmesi ve bu ele alışla hapishane yaşamını örgütlemesi ile her daim tuzla buz olmuş, egemenler hapishaneleri teslim alma aracına çevirememiştir.

    Bu durum elbette egemen sınıfları yeni hapishane politikalarına yöneltmiş ve tecrit-treadman saldırılarını daha güçlü yaşama geçirebileceği alanlar olarak koğuş tipi hapishanelerden 1 ve 3 kişilik hücrelerden oluşan F tipi Hücre sistemini yaşama geçirmeyi hedeflemiştir. 1990’lı yılların ortalarından itibaren inşa etmeye başladığı F tipi hücre hapishanelerine tutsakları nakletme girişimleri ile hayata geçirme politikaları devrimci- komünist tutsakların ölümüne direnişi ile sürekli boşa çıkarılmıştır. 1995 ve 1996 yılarında Buca Hapishanesinde 3, Ümraniye Hapishanesi’nde 4, Diyarbakır Hapishanesinde 10; 1999 yılında Ulucanlar Hapishanesi’nde ise 10 tutsak, hapishanelere yapılan katliam saldırılarında ölümsüzleşmiştir.

    2000 yılına gelindiğinde ekonomik ve siyasi kriz Türkiye siyasi yaşamında ciddi toplumsal muhalefet dinamiği oluşturmaktaydı. Egemen sınıfların artık yönetememe krizi gün geçtikçe büyümekteydi. Emperyalist efendilerinden hem krize müdahale hem de gelişme ve büyüme potansiyeli olan toplumsal muhalefete müdahale telkinleri gelmekteydi. Elbette bu müdahalenin en önemli alanlarından birisi de hapishaneler ayağı olacaktı. Nitekim bu sürecin hemen öncesinde bu saldırıları öngören devrimci ve komünist tutsaklar F tipi hapishanelere geçiş hazırlığı yapan egemenlerin politik yönelimlerine Ölüm Orucu direnişi ile karşılık verdiler.

    Bu büyük direniş mevsimler boyu sürdü. Egemenler ise hapishanelere yönelik saldırı hamlelerini güçlü bir şekilde hızlandırma girişimlerine başladılar. 19 Aralık 2000 yılına gelindiğinde hapishaneler mevcut ekonomik-siyasi krizle mücadele anlamında ilk müdahale edilmesi gereken alanlardan biri haline geldi. Aynı dönem içeride devrimci tutsakların Ölüm Orucu direnişi dışarıda tutsakların aileleri başta olmak üzere devrimci ve komünist güçlerin pratiği ile yoğun bir gündem haline gelmişti. 19 Aralık 2000 tarihinin hemen öncesinde dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in “ülkemizde IMF politikalarını hayata geçirebilmemiz için hapishaneler sorununu çözmemiz gerekli” diyerek yaptığı açıklama hapishanelerdeki tutsaklara yönelik büyük bir katliam hazırlığına işaret ediyordu.

    Nitekim 19-22 Aralık 2000’de hapishaneler tarihinin en kanlı katliam saldırılarından biri yaşandı. 20 hapishaneye eş zamanlı devlet saldırısı ile F Tipi Hapishanelere geçişin adımı atıldı. Elbette bu geçiş hapishaneler tarihinde hem egemenler hem de tutsaklar açısından yeni bir döneme işaret ediyordu. Tutsaklar büyük bir direniş gösterdi. Gerek Ölüm Oruçlarında gerek se de 19 – 22 Aralık katliam saldırısına karşı direnirken 150’ye yakın tutsak ölümsüzleşti. Bu tarihsel süreç hapishanelerde yeni bir aşamaya geçişi işaret ediyordu. Tutsaklar fiili olarak F tipi hapishanelere zorla nakledildiler. Ancak o günden bugüne devletin esas olarak hedeflediği iradeyi teslim alma saldırıları her türlü politikalara, saldırılara rağmen başarılı olamadı. Devrimci-komünist tutsaklar açısından hücre tipi hapishaneler devrimci mücadelenin bir mevziisi olmaya devam etti.

    Bu hamlesinde de başarılı olamayan egemenler, gelinen aşamada tecrit ve treadmanı daha da güçlendirmek için tecrit içinde tecrit barındıran ve tabutluk olarak adlandırılan Y-S ve T tipi hapishanelerle yeni bir saldırı dalgası içine girdi.

    Burada bir noktanın altını çizelim. Hapishaneler tarihi egemenler açısından teslim alma, tecrit etme saldırılarının aracı olduğu kadar, devrimci ve komünistler açıcından da direniş tarihidir. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir. Hapishaneler devrimci mücadelenin önemli mevzilerinden birisidir. Egemen sınıflar hangi biçimde saldırırsa saldırsın karşısında her daim devrimci ve komünistlerin direnişi ile karşılaşmıştır, karşılaşmaya da devam edecektir. Nihayetinde aslolan devrimci bilinç ve devrimci iradedir. Türkiye devrimci hareketi bu mücadele mevzisinde de tarihsel tecrübeye sahip olarak iradesiyle her türlü saldırıyı boşa çıkaracak güce sahiptir.

  • Erdoğan hükümeti son zamanlarda Türkiye’deki en baskıcı hükümet oldu. Bu durum siyasi hapishaneleri ve temel haklar hareketini nasıl etkiledi?

Ülkemizde hapishanelerin durumu toplumsal muhalefetin yükselmesiyle orantılı olarak değişmektedir. Devlet toplumun en ileri kesimi olarak hapsettiği siyasi tutsakları hapishanede teslim almayı, tecrit ve treadman yöntemiyle kişiliksizleştirmeyi hedeflemektedir dedik. Bu devlet politikasıdır ve hükümetlerin değişmesiyle saldırının boyutu değişse de özü değişmemiştir. Bütün TC tarihi boyunca tutsaklar fiili direnişler, açlık grevleri ve ölüm orucu eylemleriyle hapishanelerde devletin saldırılarını birçok kez göğüslemiş, bedeller ödeyerek çeşitli haklar kazanmışlardır. Tek tip elbise, ayakta sayım dayatması, saç-sakal düzenlenmesi vb uygulamalar geçmişte tutsakları teslim alma aracı olarak uygulanmaya çalışılmış ancak bu saldırılar devrimci tutsaklar tarafından boşa çıkarılmıştır. F Tipi hapishanelere karşı hapishanelerde açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri devam ederken 19 -22 Aralık’ta 20 hapishaneye ayna anda “Hayata dönüş” adı altında yapılan katliamın (Bu katliamda 28 devrimci tutsak katledildi) ardından hücre sistemine dayalı olan F Tipi hapishanelere geçilmiş ve tutsaklara tecrit ve treadman saldırıları da bu süreçten sonra yeni bir boyut kazanmıştır. Tam da bu sürecin ardından iktidara gelen AKP Hükümeti döneminde yüzlerce yeni hapishane açılmış, muhalif her kesimden insanlar tutuklanarak Türkiye adeta yarı açık hapishaneye dönüştürülmüştür. En son gündeme gelen Y Tipi hapishaneler Yüksek güvenlikli veya F tipi hapishanelerin kapasitesinin artırılmış halidir. Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan yani ömür boyu hapishanede kalacak olan tutsaklar, “tehlikeli” statüsünde görülen ve büyük bölümü devrimci, yurtsever tutsaklar olan politik tutsaklar için inşa edilmiştir. Son süreçte 36 adet Y Tipi hapishane açılmıştır.  İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre Türkiye hapishanelerinde tutuklu ve hükümlü sayısı günümüzde 350 bini geçmiştir.

Geçmişte olduğu gibi bugün de hapishanelerde tutsakların en insani ihtiyaçları dahi direnişin ve mücadelenin sonucunda kazanılmaktadır.

Cezaları bittiği halde disiplin cezaları ya da pişman olmadığı gibi gerekçelerle tutsakların tahliyeleri keyfi olarak engelleniyor. Müebbet hapis cezası alarak 30 yıllık hapis cezasını tamamlayan tutsaklar dahi keyfi gerekçelerle tahliye edilmiyor. Tutsakların iletişim hakları disiplin cezaları verilerek engelleniyor. Hapishanelerin içine asker girmesi yasak olduğu halde baskın şeklinde asker aramaları yapılarak tutsakların hücreleri dağıtılıyor, eşyalarına el konuluyor, direnen tutsaklara işkence ediliyor, tutsaklar başka hapishanelere zorla sürgün ediliyor. Tutsaklar hapishanelerde bulunan süngerli odalarda işkenceye maruz kalıyor, kimi zaman da katlediliyor. Yaşanan ölümlerin, şüpheli ölüm ya da intihar denilerek üstü kapatılıyor.

Ağır hasta tutsaklar “hapishanede kalamaz” raporlarına rağmen tahliye edilmiyor, tahliye edilenler de ölüm sınırında bırakılıyor. Bu şekilde tahliye edilen birçok tutsak dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Yine birçok hasta tutsak da hapishanede tedavi edilmediği için hayatını kaybetti.

Devlet ailelerin örgütlenmesini engellemek için her yola başvuruyor. Bir yandan içerde tutsaklara saldırırken dışarda da ailelerine, onları sahiplenen yoldaşlarına saldırıyor. Tutsakları destekleyen her açıklama ve eylem “terör” ve “terör örgütü propagandası” yapmak suçlamasıyla cezalandırılıyor. Hasta ve yaşlı olmalarına rağmen birçok aile evlatlarını sahiplendiği için hapishanelere konuldu. Özellikle son süreçte aileler hapishanelerdeki yakınlarına para yatırdıkları için evleri basılarak gözaltına alındı, tutuklananlar oldu. Bütün bu saldırılar dışardaki direnişi zayıflatsa da bitiremedi, bitiremeyecek de. Çünkü zulüm devam ettiği sürece mücadele de direniş de bitmeyecek. Bizler yakınlarımızın sesi olmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

  • Baskıcı politikanın faşist karakteri anti-komünist bir temele sahiptir ancak aynı zamanda bağımsızlık ve kendi kaderini tayin için mücadele eden Kürt hareketine de yöneliktir. Baskı bu iki boyutun ve hareketin ötesine geçiyor mu? İşçi, gençlik vb. hareketlere de yöneliyor mu? Yaygın mı?

Daha önceki sorulara verdiğimiz yanıtlarda da vurguladığımız gibi Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bugüne kendisine muhalif tüm sesleri susturmaya, çeşitli ulus ve milliyetleri asimile etmeye, katliamlarla yok etmeye çalışmıştır. TC’nin tarihi özellikle Kürt katliamlarıyla doludur. Ağrı, Zilan, Dersim, Koçgiri, Lice, son süreçteki Roboski katliamları doğrudan Kürt ulusuna yönelik gerçekleşmiştir.

Türkiye topraklarında komünizm mücadelesinin tohumları TC’nin kuruluş yıllarında atılmış, ancak 1921 yılında Türkiye Komünist Partisi kurucu üyeleri Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı Karadeniz’de Faşist Kemalist Diktatörlük tarafından katledilmiştir. 1960’lı yılların sonunda Çin’de yaşanan Büyük Proleter Kültür Devrimi ve dünyayı saran sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin etkisiyle ülkemizde de devrimci hareket gelişmiş, THKO, THKP/C ve TKP/ML bu süreçte ortaya çıkmıştır. Özellikle 1971 Askeri sıkıyönetim sonrası silahlı devrimci çıkışlar İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gibi devrimci ve komünist önderleri yaratmıştır. İbrahim Kaypakkaya, 24 Ocak 1973 yılında gerilla savaşını başlattıkları Dersim dağlarında yaralı olarak tutsak düşmüş daha sonra Diyarbakır’da 90 süren işkenceli sorguların ardından katledilmiştir.

Mahir Çayan, Tokat Kızıldere’de 10 yoldaşıyla birlikte çatışarak ölümsüzleşmiş, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edilmiştir. Devrimci ve komünist önderlerin ölümsüzleşmesiyle büyük bir yara alan sınıf mücadelesi, dönem dönem gerilemeler yaşasa da kendi içinde yeni önderler ve militanlarla sürekli bir şekilde devam etmiştir.

Türkiye’de faşist baskı sadece devrimci, komünist ve Kürtlere yönelik uygulanmıyor. Daha önce de ifade edip örnekler verdiğimiz gibi sisteme muhalif herkese yönelik uygulanıyor. Aydın ve sanatçılara, gazetecilere, sendikacılara, işçi ve emekçilere, haklarını arayan kadın ve gençliğe yönelik de sistematik bir şekilde uygulanıyor. Devletin politikalarına karşı çıkan ve değişim isteyen her kesim, baskı, işkence, gözaltı, tutuklama ve katliamlarla susturulmak, boyun eğdirilmek isteniyor.

  • Faşist bir devlet aynı zamanda bir kontrgerilla devletidir. Türkiye’de bu nasıl ifade ediliyor?

Türkiye’de devletin niteliğine dair devrimci demokratik çevreler tarafından çeşitli tanımlamalar kullanılmaktadır. “Kontrgerilla devleti”, “derin devlet” gibi tanımlamalar bunlar arasında öne çıkan tanımlamalardandır. Ancak biz genel olarak devletin niteliğine dair tanımlama yaparken faşist karakterini, faşizmin bir yönetim şekli olarak süreklilik arz ettiğini vurgulamayı doğru görüyoruz. “Marx’a göre devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır;” (Lenin).

Türkiye’de egemen sınıflar devlet mekanizmasını faşist niteliğiyle işçi sınıfı ve emekçiler ile ezilen ulus ve azınlık milliyetler üzerinde bir baskı ve iktidar aracı olarak kullanmaktadır. Ancak bunu çeşitli araçlarla uyguladığı yöntemlerle hayata geçirmektedir. Bu anlamda Faşist TC devleti başlı başına Türk komprador patron-ağa egemenlerinin sömürü, baskı ve iktidar organıdır. Bu sömürü, baskı ve erk hedefine karşı toplumsal ve sınıfsal mücadeleyi baskılamak, yok etmek, dizginlemek için en vahşi yöntemlere başvurmaktadır. Bahsini ettiğiniz kontrgerilla yöntemi de faşist devlet mekanizmasının bu araçlarından birisidir. Tarihsel geçmişi Osmanlı’da “Hamidiye Alayları”na dayanan devlet içinde örgütlenen bu mekanizma, özellikle 1947 yılında “Sosyalist Kamp”ın güçlenmesine paralel “Kızıl Teröre(!)” karşı emperyalistlerin Truman Doktrini adıyla örgütlediği mücadele yöntemiyle modernleştirilmiştir. Bilindiği gibi Truman Doktrini ile ABD emperyalizmi “komünizm tehdidi” altındaki ülkelere mali ve askeri yardım taahhüdünde bulunmuştur. Bu kapsamda TC devleti ile ABD emperyalistlerinin ilişkisi çerçevesinde şekillenen politikalar neticesinde ABD’deki kontrgerilla merkezlerinde CIA tarafından kimi TC subayları, polis ve sivil faşistler eğitim almışlardır. Türkiye’de kurumsallaşan Kontrgerilla faaliyetinin ilk temelleri bu tarihlerde atılmıştır. Tarihsel olarak devlet adına birçok katliama, insanlık dışı vahşi pratiklere imza atan kontrgerilla uygulamaları, TC devleti tarafından devrimci-komünist-ulusal kurtuluş mücadelesi ile demokratik toplumsal muhalefete karşı yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Bütün bu süreç boyunca kontrgerilla karşı devrimci savaş yöntemleriyle halk hareketlerine, işçi grevlerine, yürüyüş ve mitinglere, devrimci-yurtsever-komünist güçlerin faaliyetine karşı resmi ve sivil güçler kullanılarak katliamlar ve sabotajlar düzenlenmiştir. Maraş, Çorum Sivas ve Gazi Alevi katliamlarında Kontrgerilla aktif rol oynamıştır. Yine 1977 1 Mayıs Taksim Katliamında da aktif rol oynamışlar ve devlet adına katliamlara imza atmışlardır. 12 Mart 1971 Askeri sıkıyönetim ve 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbe sırasında da kontgerilla sorgu timleri de oluşturularak tutsaklar üzerinde en vahşi işkence yöntemleri uygulanmıştır. Ancak daha belirgin olarak 1990’lı yılların başında özellikle Türkiye Kürdistanı’nda gelişen gerilla mücadelesine karşı en önde konumlanmış faşist örgütlenmenin adı olarak kontrgerilla hem gerilla güçlerine karşı hem halka karşı hiçbir kural-yasa tanımaz yöntemlerle, insanlık dışı uygulamalarla devlet adına katliamlar yapmış, faali meçhul olarak geçen ancak devlet adına kontrgerilla tarafından örgütlendiğini bildiğimiz cinayetler, gözaltında kayıpların baş faali olmuşlardır.

Kısaca kontrgerilla, en vahşi yöntemlerle uygulanan karşı devrimci pratiğin devlet adına tetikçiliğini yapan mekanizmanın adı olmuştur.

  • Son olarak, son zamanlarda alternatif basına yönelik baskılar hem Kürt basınına hem de Partizan’a karşı yoğunlaştı. Gözaltına alınan çok sayıda yoldaş var. Bu konuda bize ne söyleyebilirsiniz? Ne durumdalar?

Türkiye’de toplumsal muhalefete yönelik baskılar sadece komünist, devrimci, demokratik ve yurtsever örgütlere değil, bu örgütlerin sesini duyurmaya çalışan basın yayın örgütlerine de sert şekilde uygulanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren uyguladığı “tek devlet, tek millet, tek dil” politikasıyla ezilen ulus ve milliyetleri hedef almış, özellikle Ermenilere, Rumlara, Kürtlere yönelik her türlü zulüm ve katliamı uygulamıştır. Gelişen Kürt Ulusal Mücadelesi karşısında imha ve inkarı içeren her türlü politikayı uygulamış, özellikle Kürt kimliğini ve kültürünü hedef almış, bu kimliğin ifade edilmesini engellemeye yönelik politikalar hayata geçirmiştir. Bu bağlamda, Kürt basını her dönem devletin baskılarına maruz kalmış; gazeteler kapatılmış, gazeteciler gözaltına alınmış, işkence görmüş, hapsedilmiş, hatta katledilmiştir.

Devrimci, demokratik, sosyalist ve yurtsever basına yönelik saldırılar özellikle “terörle mücadele” kapsamında değerlendirilerek sisteme muhalif çıkan her ses “terör propagandası yapıyor” denilerek susturulmak istenmiştir. Özellikle askeri darbeler ve kriz dönemlerinde bu baskılar daha da şiddetlenmiştir. Özellikle devrimci, sosyalist ve Kürt basını bu dönemlerde ciddi saldırılarla karşı karşıya kalmış, gazeteler bombalanmış, gazete bürolarına baskınlar yapılmış ve çalışanları sık sık tutuklanmıştır.

Günümüzde de Türkiye hapishanelerinde onlarca devrimci, demokrat ve Kürt gazeteci bulunmaktadır ve bu baskılar sistematik olarak devam etmektedir.

Partizan da bu saldırılardan fazlasıyla nasibini aldı, alıyor. 1978’den beri yayın hayatına başlayan Partizan, birçok kez kapatılma, yasaklama ve baskı girişimleriyle karşı karşıya kalmış, ancak bu baskılara rağmen direnişini sürdürmüştür. Partizan’ın çizgisinde çıkan dergiler ve gazeteler, her dönemde devletin yoğun baskılarına rağmen varlığını devam ettirmiştir. Bu süreçte çalışanları, yazı işleri müdürleri gözaltına alınmış, işkence görmüş ve tutuklanmıştır. Partizan’ın yayınlarını ve eylemlerini susturma girişimleri bugün de sürmektedir. Son dönemde yaşanan gözaltı ve tutuklamalar bu baskıların bir yansımasıdır.

Son süreçte Partizan faaliyetçileri eylemlerde taşıdıkları İbrahim Kaypakkaya silüetli Partizan flamaları gerekçe gösterilerek işkence gördü, gözaltına alındı, tutuklandı. En son 1 Mayıs’ta Saraçhane’den Taksime yürümek isteyen 17 Partizan faaliyetçisinin işkenceyle gözaltına alınması, 4 gün süren gözaltının ardından 6 Partizan faaliyetçisinin, İbrahim Kaypakkaya silüetli Partizan flamaları taşıdıkları gerekçesiyle tutuklanarak hapishaneye konulması bu baskıların son örneklerinden biridir. 1 Mayıs 2024’te benzer şekilde 70’in üzerinde kişi Tarihsel olarak 1 Mayıs alanı olan Taksim Meydanı’na yürümekte ısrar ettikleri için keyfi gerekçelerle tutuklandı. Bütün bunlar Türkiye’de devrimci basın ve siyasal hareketlere karşı süregelen baskının ne kadar sistematik ve kararlı bir şekilde sürdürüldüğünü göstermektedir.

Ancak tüm bu baskılara rağmen devrimci, demokrat ve yurtsever basın, sesini duyurmaya, toplumsal mücadeleyi büyütmeye devam etmektedir. Partizan ve sisteme muhalif devrimci, demokrat, yurtsever basın, devletin susturma çabalarına rağmen varlıklarını sürdürmekte, toplumsal muhalefetin sesi olmaya devam etmektedir.

  • Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Öncelikle bize bu röportaj aracılığıyla, sesimizi duyurmamıza, kendimizi tanıtmaya, mücadelemizi anlatmaya olanak sağladığınız için teşekkür ederiz.

PŞTA Bülten

PŞTA Bülten

“Önce evlatlarımızı savunuyorduk, şimdi onların düşüncelerini” diyerek sürdürdüğümüz mücadelemiz her türlü faşist saldırganlığın, sömürünün ve zulmün yok olduğu güne kadar kararlılıkla devam edecektir. Devrimci mücadelede bedel ödeyen yakınlarımıza yoldaş olduğumuz bu mücadele halkın kurtuluş mücadelesidir. Ezilen, yok sayılan, sömürülen, devletin saldırganlığına maruz kalan tüm kesimleri bu mücadeleye omuz vermeye, öznesi olmaya çağırıyoruz.

Link:

Website: https://www.psta-online5.net

X Resmi Hesabı: @psta_72

Facebook Resmi Hesabı: Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri