Açıklama: 29 Haziran 2010 tarihinde Dersim Ovacık’a bağlı Aslandoğmuş köyünde ölümsüzleşen Çiğdem Yılmaz (Kinem) ve Ferdi Karacan (Munzur) anısına, 2020 yılında Dersim Aliboğazı’nda ölümsüzleşen Cumhur Sinan Oktulmuş’un (Deniz), yazmış olduğu anı-anlatıyı paylaşıyoruz
Tarihi, sosyal, ekonomik şartların,
Zaruri neticesi bu!
Deme bilirim!
O dediğin nesnenin önünde
Kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
O bu dilden anlamaz pek.
O ‘‘Hey gidi kambur felek hey
Hey gidi kahbe devran hey,’’ der.
Bedreddin asıldıktan sonra, acısını böyle anlatıyor Nazım, Şeyh Bedreddin Destanı’nda. Ve sonra devam ediyor bu satırların altına düştüğü dipnotla;
‘’Şimdi ben bu satırları yazarken, ‘’Vay, kafasıyla yüreğini ayırıyor; vay, tarihsel, sosyal, ekonomik şartları kafam kabul eder amma, yüreğim yine de yanar, diyor. Vay, vay, Marksist’e bakın…’’ gibi laflar edecek olan bazı ‘sol’ geçinen delikanlıları düşünüyorum. … Bir doktorun verem bir çocuğu olsa, doktor, çocuğunun öleceğini bilse, bunun fizyolojik, biyolojik, bilmemne-lojik bir zaruret olarak kabul etse ve çocuk ölse, bu ölümün zaruretini çok iyi bilen doktor, çocuğunun arkasından bir damlacık gözyaşı dökmez mi? Paris Komunasının devrileceğini, bu devrilişin bütün tarihi, sosyal, ekonomik şartlarını önceden bilen Marks’ın yüreğinden Komunanın büyük ölüleri ‘bir ıstırap şarkısı gibi’ geçmemişler midir? Ve Komuna öldü, yaşasın Komuna! diye bağıranların sesinde bir damla olsun acılık yok muydu? Marksist, bir ‘makine-adam’, bir ROBOTA değil, etiyle, kanıyla, sinir ve kafası ve yüreğiyle tarihi, sosyal, konkre bir insandır.’’
Şimdi bunları okurken, 29 Haziran 2010’da Ovacık’ta bir pusuda şehit düşen Munzur ve Kinem yoldaşların kutsal anıları yüreğimizden ‘bir ıstırap şarkısı’ gibi geçiyor. Göz göze, yan yana, omuz omuza yaşanan anılar hatırlanıyor. Köyler ve köylüler, düşman ve eylemlerimiz, Parti ve yoldaşlar ve daha bir çok şey üzerine yapılan onlarca, yüzlerce sohbet, birlikte yaşanan korku ve cesaret dolu dakikalar, kurulan hayaller, söylenen türküler, yapılan espriler… Bütün bunlar bir bir geçiyor aklımızdan.
Şimdi yüreğimizin en derin yerinde açılan iki yara daha kabuk bağlamaya başlıyor. Bir kış daha gelip çatmışken, biz yine hummalı çalışmalar sonrasında kampa girdik. Bu yıl kampımızın ismi ne olacak diye tartışmadık bile. ‘Ferdi Karacan-Çiğdem Yılmaz Eğitim ve Üslenim Kampı’ sizin yokluğunuzda açıldı. Duvarlara resimlerinizin asılması gecikmedi. Yine göz göze yine baş başayız. Aramıza yeni katılan yoldaşlar da isimlerinizi almakta gecikmediler. Yeni Munzurlar, yeni Kinemler var şimdi aramızda. Her biri yokluğunuzla boşalan yeri doldurma telaşında. Ve yine yoğun bir eğitim süreci. Eğitimlere hazırlanma telaşı ve siz olmadan geçen zamanlar. Ve biz, birer ‘makine-adam’ ya da ‘ROBOTA’ olmadığımız için, şehit düşmenizin tarihi-sosyal-ekonomik şartlarını bilsek de, yine de yüreğimiz acımaya, gözlerimiz dolmaya devam ediyor. Şehit düşmek elbette savaşımızın en doğal sonuçlarından biri. Yine de bunu böyle kabul etmek, yanıp yıkılmamak, gözyaşlarımızı içimize atmak zor. Ancak devrim de zaten bir ‘zor’ işi değil mi? Zorluklara göğüs germek, acıları öfkeye dönüştürmek ve sizsiz ama ille de sizinle birlikte yaşama görevi bize düştüyse, bunu da en iyi şekilde yapmak gerekir.
Tıpkı onlardan önce şehit düşen yüzlerce yoldaşımız gibi Munzur ve Kinem yoldaşların ölümü de, mücadelenin bedelsiz olamayacağı gerçeğinin bir kez daha ifade edilmesidir aslında. Ödenecek bedellerin belki de en büyüğü olan ölüm, mücadelenin en keskin biçimi olan savaş gerçekliğinde kendisini daha fazla hissettirir. Aslında yaşanan şey bir bakıma doğaldır/kaçınılmazdır. Çünkü elde silah savaş meydanına çıkmayı göze almışsan, ölüm denen şey sürekli olarak yakınlarda bir yerlerde dolaşıp durmaktadır. Munzur ve Kinem yoldaşların şehit düşmelerindeki en büyük anlam da burada gizlidir. Onlar bütün bunların bilincinde olarak saflarda yer alma cüretini gösterdiler. Ve onlardan öncekiler gibi de bu cürete yakışır şekilde şehit düştüler.
Şehit düşen her bir yoldaş, kendi yaşadığı sürecin zorlukları, görevleri ve bunlar karşısındaki duruşuyla da ayrı, kendine özgü bir anlam taşır. Bu anlam, ‘kalanlar’ tarafından yeterince anlaşılmazsa, uğruna can verilen ideallerin gerçekleşmesi de imkânsız olur. Bu nedenle, yoldaşların hangi zorluklara karşı ne gibi görevler üstlendikleri ve nasıl bir sürecin militanları olduklarını anlatmak, hem bugünün anlaşılmasına ve hem de geleceğin yaratılmasına hizmet edecektir.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, onlar devrimciliğin hiç de ‘moda’ olmadığı, bırakalım ‘moda’ olmasını, tam tersine devrimci olmanın ‘terörist’ olmakla eş tutulduğu bir süreçte saflara katıldılar. Muhalefetin, başkaldırmanın, isyan etmenin, hakkını istemenin, yaşananlara sessiz kalmamanın tek yolunun ‘reformizm’ olarak gösterildiği bir ortamda tercihlerini devrimden ve Partiden yana yaptılar. O devrim ki, tüm ezilenlere özgür ve mutlu bir dünyanın kapılarını aralayacaktı. Ve o Parti ki, böylesine onurlu bir davanın, onca zorluğa rağmen yılmayan kavgacısıydı. İşte bu nedenle tercihleri de şehadetleri kadar önemliydi.
Munzur yoldaş, memleketi olan Zile’nin Gümüşkaş (Ünür-Ungır) köyünde çobanlık yaparak geçirmiştir yaşamının büyük bölümünü. Kürt-Alevi kökenli bir ailenin ilk çocuğudur. Çocuk yaşlarda Karadeniz’in dağlarına sevdalanmış, bu arada emeği, emekçiliği görüp yaşamıştır. On yedi yaşında ekonomik nedenlerden dolayı ailesiyle birlikte İstanbul’a göçmüş, burada tıpkı kendileri gibi emekçi olanların yanına, 1 Mayıs mahallesine yerleşmişlerdir. Devletin zorunlu askerliğini bitirip geldiğinde, politikadan, devrimcilikten habersiz olan, çalışıp ailesine katkı sunmaya çalışan, kendi halinde bir gençtir. Mahallede devrimcilerle tanışması da bu dönemde olmuş, okuyup öğrendikçe bilmediklerinin farkına varmıştır. Devrimcilerle tanışması ona, içinde bulunduğu dünyayı yeniden yorumlama fırsatı vermiş, haksızlığın, adaletsizliğin, yoksulluğun nedenlerini sorgulamaya başlamıştır. Sorguladıkça, içinde kabaran insan sevgisi, haksızlığa karşı duyduğu tepkiyle birleşmiş ve kendisini devrim davasının içinde bulmuştur. Munzur yoldaş artık, kapı kapı gezip gazete dağıtan, illegal gösterilerde molotofla-sapanla en ön saflarda yer alan, duvarlara umudun adını nakış nakış işleyen bir Partizandır. Yüreği halk sevgisi dolu, mütevaziliğiyle örnek, esprileriyle yoldaşlarına neşe kaynağı olan, Parti’nin güvenilir bir militanıdır.
O da birçoğumuz gibi, gazeteyi eline aldığında ilk olarak gerillaya dair yazıları okuyanlardan biridir. Çocukluğundan beri sevdiği dağlar, gerillanın gizemliliğiyle birleşince onda dayanılmaz bir çekim gücü oluşturmuştur. Artık dağlar isyandır, kurtuluştur ve özgürlüktür onun için. Orada olmalı, o havayı solumalı ve ille de savaşmalıydı. Ve daha devrimcilerle tanışalı iki yıl bile olmamışken, 2007 yılının bir yaz akşamı bir grup yoldaşıyla gerillaya katıldı Munzur yoldaş…
Ve Kinem yoldaş… Nice direnişlere mekan olan Alibeyköy’de, devrimcilerin arasında geçirmiştir çocukluk yıllarını. Ailesi Zara’nın Kanlıçayır köyünden göçen emekçi bir ailedir. Lisede komsomolcularla tanışmasıyla örgütlü mücadele hayatı da başlar. Kısa sürede gelişerek kavganın ön saflarında yer almakta gecikmez. Bir komsomol militanı olarak görevleri omuzlamak ona da düşer. Aldığı görevleri layıkıyla yerine getirmenin çabasıdır Kinem yoldaş. Yoksul ve emekçi semtlerin sokaklarında, lise ve dershane önlerinde ve daha gittiği bir çok yerde, adım adım bildiri, afiş, gazete, adım adım coşkulu konuşmalar, adım adım slogan olmuştur sesi. Çatışmalı gösterilerde yoldaşlarını kollayan, inatçı tavrıyla yoldaşlarına moral verendir. Ve komsomolun militan ‘Kara kız’ı, gerillaya karşı düşmana açıktan destek sunan DİMES’de patlayan Partizan Öfkesi’dir.
Nerede görev verilirse Kinem yoldaş oradadır. İstanbul’dan sonra, yolu Amed’e ve Çukurova’ya da düşer. Buralarda da gençlik faaliyetini omuzlayanlardandır. Girişkenliği, samimiyeti ve yoldaşlarına duyduğu sevgi öyle güçlüdür ki, yaptığı hatalardan kısa zamanda dönmesini de bilir. Nitekim bu dönemde onu sisteme prangalayan zincirlerini de kısa zamanda kırmasını bilmiştir. Çünkü kavga tüm şiddetiyle devam etmektedir. Ve kavga böylesine hızlı akarken, geride durmak ona yakışmaz. Kavganın en sıcak yerinde olmak gerekir. İşte böyle bir bilinçle ve heyecanla, 2009 yılında, birlikte şehit düştüğü Munzur yoldaş gibi o da bol yıldızlı bir yaz akşamında gerilla saflarındaki yerini aldı. Komsomolun ‘kara kız’ı, gerillanın Kinem’iydi artık…
Yoldaşların gerilla yaşamlarına geçmeden önce, gerillanın bugünkü durumunu kısaca da olsa anlatmakta-anlamakta fayda vardır. Parti’mizin 2004’te tekrardan Dersim’e açılmasıyla başlayan süreç, üç yoldaşın şehit düşmesiyle (Aşkın Günel, Muharrem Yiğitsoy ve Cafer Kara) bir darbe almış, ancak bu durum süreci yavaşlatsa da, savaşta ısrar etme bilinciyle yola devam edilmiştir. 8.Konferans’la birlikte Parti ‘Halk Savaşı’ndaki ısrarını yenilemiş ve adımlarını hızlandırmaya başlamıştır. Elbette bu sürecin zorlukları da kendi içinde özgünlükler taşıyordu. Bir yanda kitlelerle ilişkilerin zayıflığı, öte yanda onca nedene rağmen düşmanla hesaplaşamamak, tecrübesizlikler, dahası uzun bir süredir bölgede olamamanın getirdiği çeşitli sıkıntılar gibi bir çok zorluk, karşısında durmak isteyenler tarafından aşılmayı bekliyordu. Gerillaya katılan her bir yoldaşın, fiziksel olarak yaşadığı kimi zorlanmalar da bunlara eklenince, sürecin gerillası olmak ciddi bir irade gerektiriyordu.
Özellikle Munzur yoldaş katıldığı dönem itibariyle bu sorunlarla daha çok boğuşmak zorunda kalmıştı. Gereken iradeyi gösteremeyip ‘elveda’ diyenlere, ‘beyaz bayrak’ sallayıp düşmana sığınanlara inat, mücadeledeki onca yeniliğine ve yetersizliğine rağmen Parti ile yürümekte ısrar etmesinde elbette bir bildiği vardı Munzur yoldaşın. Halkına duyduğu sevgi, Parti’sine duyduğu güven ve öğrenmeye açıklığı bu ısrarının esas nedeniydi. Yine Kinem yoldaş da, savaş alanının kendine özgü zorluklarını karşısına aldığında, kendi gerçekliğiyle yüzleşme cesaretini gösterenlerdendi. Zorlukların üzerine yürümedeki inatçılığı, meraklı ve girişken özellikleri iddialarını da güçlendiriyordu. Gerillaya katıldıktan sonra Komsomola yazdığı bir mektupta duygu ve düşüncelerini şöyle ifade ediyordu: ‘’Dersim’de gerilla olup, savaşın türküsünü söylemek büyük bir mutluluk ve onurdur. Bu topraklarda birçok genç komsomolcu şehit düşmüştür. Onların bize bıraktığı bayrağı devralmanın sorumluluğuyla bende bir komsomolcu olarak şehitlerimizin izini takip ederek Dersim’de partimize bağlı TİKKO birliğine katılmanın sevincini ve gururunu yaşıyorum. Bundan sonraki süreçte kendimi partinin ideolojisine-politikasına-savaş çizgisine sunacağım, partimizin, halkımızın benden beklentilerine yanıt olmaya çalışacağım.’’ Öyle ki, her iki yoldaş da gerillaya katıldıklarından şehit düştükleri güne dek Parti ile yürüme ve savaşta ısrar etmenin çabasını harcadılar.
Gerilla yaşamı, bir çok zorluğu içinde barındırdığı gibi bu zorluklar içerisinde en güzel paylaşımların, mutlulukların da yeridir. Acılar ve sevinçler birlikte paylaşılır, zorluklara birlikte katlanılır, yollar birlikte aşılır, türküler birlikte söylenir, düşmanın üstüne birlikte koşulur ve en nihayet ölünecekse de birlikte ölünür. Çünkü yapılan işin, çekilen zorluğun, alınan riskin ve sınanan iradenin bir anlamı vardır. O anlam ki, uğruna yüzlerce şehit verilen soylu bir sevdayı, milyonların özgürlük kavgasını ifade eder. Bundandır ki, silah elde, omuz omuza verilen kavga, mutluluğun ta kendisidir. ‘Ölüme gülerek koşma’ erdeminin ardındaki giz de burada saklıdır.
2010 yılının baharı da gerilla birliğimizde işte bu duygularla karşılandı. Yaprakların açması sabırsızlıkla beklenirken, hazırlıklar hızla tamamlandı. Aslında birkaç dakika bile sürmeyen ancak saatler sürüyormuş gibi gelen son vedalaşmalar da tamamlandıktan sonra, yola koyulundu, dağlar, patikalar, ormanlar, dereler bir bir aşıldı. Sağanak yağmurlu bir günde son tepeyi de tırmandıktan sonra kendisine söylenecek söz bırakmayan Munzur dağları göründü. Dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Ovacık, gerilla birliğinin ayaklarının altında seriliydi. Ve faaliyet alanına ulaşmış olmanın sevinciyle yamaçtan aşağıya hızla inerken grubun öncüsü Munzur yoldaş’tı. Yeni bir gerilla olan ve sürekli alana ilişkin sorular soran, etrafına merakla bakınan ise Kinem yoldaş… Uzun bir süredir gidemediğimiz alanlardan biriydi Ovacık. Her bir karışında şehitlerimizin izleri vardı. Her yanı yakılmış, yıkılmış, boşaltılmış köylerle doluydu. Uzun süredir ziyaret edilmemiş mezarlıklarında ise şehitlerimiz yatıyordu. Her yanı Parti’mizin yarattığı değerlerin izleriyle sarılmıştı. Ovacık halkı, onlarca evladını mücadelede şehit vermekle kalmamış, düşmanın her türlü zulüm ve zorbalığına karşı dişe diş bir mücadelenin de sahibi olmuştu. Ve işte şimdi yeniden böyle bir alanda faaliyeti başlatmak, halkla buluşmak, düşmandan burada da hesap sormak ve onca emekle yaratılan değerlerimize sahip çıkmak, hem çok zor ama hem de onur verici bir görevdi. Bu yüzden her yoldaşın kafasında, görevlerin ağırlığının getirdiği onlarca soru işaretiyle birlikte, büyük bir coşku da vardı. Bir an önce gidilecek yere varılmalı ve işe başlanmalıydı.
Gerilla ve halk yan yana
18 Mayıs yaklaşıyordu ve hem kitlelerle yeniden buluşmak ve hem de önder yoldaşı anmak amacıyla bir köyde toplantı yapmaya karar verildi. Köyde konuşacakların arasında Kinem de vardı. Gerillada yeni olmasına rağmen kitleler karşısında yeni değildi. Ama yine de çok heyecanlıydı. Çünkü bu kez bir TİKKO gerillası olarak halkın karşısında konuşacak, onlara Kaypakkaya yoldaşı anlatacaktı. 18 Mayıs günü, gerilla birliği toplantı hazırlıklarını tamamlamış olarak yola koyuldu. Köyün güvenliği alındı, köylüler toplantıya çağrıldı. Toplantı başladığında gerilla birliğinde heyecan, köylülerde ise merak vardı. Daha önce de bu köye girmişlerdi. Ancak neredeyse hiç kimse onların Partizancı olduklarına inanmamış, onları gerilla kılığındaki özel timlerden sanmış ve ‘yüz vermemişlerdi’. Bu köyü bu yüzden seçmişlerdi. İlk söz alan yoldaş, toplantının nedenini açıklayıp köylüleri saygı duruşuna davet ettiğinde, herkes ayağa kalktı. O bir dakikalık zaman toplantının iyi bir şekilde geçmesi için çok önemliydi. Görülmeye değer bir manzaraydı. Gerilla ve halk yan yana, Kaypakkaya yoldaş şahsında tüm Parti ve devrim şehitleri için saygı duruşundaydı. Herkesin yumruğu havada, gözleri ise birbirinin üzerindeydi.
Toplantı başlayıp da söz sırası Kinem’e geldiğinde, önce duraksadı. Neredeyse kalbi duracaktı. Silahını alıp dimdik ayağa kalktı. Sonra yüksek sesle konuşmaya başladı. Herkesin gözü onun üzerindeydi. Sesi titriyordu. Kaypakkaya yoldaş’ı halkla birlikte anmanın bizim için önemine, düşmanın halkı birbirine karşı güvensizleştirdiğine, halka yönelik saldırılara sessiz kalınmaması gerektiğine değindiğinde, bazıları başlarını önüne eğdi, yaşlılar kafa sallayarak onayladıklarını belli etti, gençlerinse gözleri parladı…
Gerilla birliği mola yerine varır varmaz fısıltılı sohbetler başladı. Munzur, köyün güvenliği nedeniyle toplantıya katılamamıştı. Meraklı sözlerle toplantıya ilişkin sorular soruyor, defalarca aynı soruyu sormasına rağmen, Kinem bıkıp usanmadan yanıt veriyordu. Alandaki ilk toplantı iyi geçmişti. En çok da Munzur sevinmişti bu işe. ‘Artık bizi tim sanmazlar heralde?’ diyerek keyifli keyifli gülüyordu.
…
Alana ilk geldikleri günlerde, yeni bir karakol yapıldığına dair köylülerden bilgi almışlardı. 18 Mayıs toplantısından hemen sonra karakolun yapıldığı alana geçmiş ve keşif yapmaya başlamışlardı. Düşman zulüm ve korku yayan karakollarına bir yenisini daha ekliyordu. Dersim’in ve T.Kürdistanı’nın diğer bölgelerinde ise daha onlarcası aynı anda yapılmaya başlanmıştı. Ancak bundan daha kötüsü, halkın bu duruma sessiz kalmasıydı. Henüz inşaat halindeki karakolu gözetlerken herkesin aklından ‘ne yapabiliriz?’ sorusu geçiyordu. Ve gerilla birliğinin Ovacık’taki ilk eylemi, Kinem yoldaş’ın önerisiyle hayat bulacaktı. ‘İki gündür aynı saatte karakola gelen sivil bir araç var. Büyük ihtimalle karakola malzeme taşıyor. Bir şey yapamaz mıyız?’ O andan sonra gözetlemeler sıklaştırıldı, hedef netleştirildi, hazırlıklar tamamlandı. Araç karakoldan çıktıktan sonra durdurulacak ve uygun bir yerde bombayla imha edilecekti. Eylemi kimin yapacağının belirleneceği toplantıya geldiğindeyse ‘kıyameti koparan’ yine Kinem’di. Yoldaşları onun astım hastası olduğunu, uzun süre koşmak gerekeceği için çok riskli olduğunu ve bu yüzden böyle bir risk alınmaması gerektiğini söylediklerinde yer yerinden oynadı. Kinem önce sakin sakin ikna etmeye çalıştı yoldaşlarını. Fakat kimse ikna olmayınca sesini yükseltmeye sonra da ağlamaya başladı. Ancak nafileydi! Karar verilmişti, içinde Munzur’un da olduğu bir grup eylemi yapacak, Kinem ise eylem grubunun savunmasını alacak olan gruplardan birinde yer alacaktı.
Eylemin hazırlığı tam bir koşturmacaydı. Herkes eylem grubunun etrafında dönüyor, aklına gelen uyarıları yapıyor, bir eksiklik çıkmaması için elinden geleni yapıyordu. Munzur, silahını silerken çıkabilecek aksilikleri tartışıyor, arada bir de Kinem’i teselli etmeye çalışıyor, ‘merak etme bir dahaki eyleme de sen katılırsın’ diyordu. İlk kez bir eyleme katılacak olan Munzur, her şeyi en ince ayrıntılarına kadar tartışıyor, bir eksiklik kalmaması için özen gösteriyordu. Eylem gündüz yapılacaktı ve bu yüzden oldukça riskliydi. Munzur tüm risklere rağmen daha en başından kendisini önermiş, korkularını-kaygılarını yenmenin ancak pratik içinde olabileceğini söyleyerek kendisinin katılmasında ısrar etmişti. Eylem günü gelip çattığında grup hazırlıklarını tamamlamış olarak eylem saatini bekliyordu. Beklenen saat geldiğinde son uyarılar yapıldı ve herkes yola koyuldu. Vedalaşmak yoktu, ‘başarılar’ dilemek yetiyordu. Çünkü eylem kesinlikle yapılacak, işbirlikçiler uyarılacak, halk mücadeleye çağırılacaktı. Bu kararlılık oldukça yapılmayacak iş, aşılmayacak engel yoktu.
Biz TİKKO’cuyuz, size bir şey yapmayacağız
7 Haziran günü, içinde Munzur yoldaş’ın da aktif olarak yer aldığı TİKKO’ya bağlı bir birim, Eğripınar Jandarma Karakolu inşaatına malzeme taşıyan bir aracı, karakoldan yaklaşık iki yüz metre uzakta durdurdu. Aracın içinde çok sayıda Kürt inşaat işçisi vardı. Munzur yoldaş, işçileri aşağıya indirip, ‘Biz TİKKO’cuyuz, size bir şey yapmayacağız. Şimdi araçtan uzaklaşın.’ dedikten sonra işçilere sıcak bir selam verdi. Silahını onlara doğrultmamaya özen gösteriyordu. Aracı uygun bir alana götürüp bombalayacaklardı. İşçilerden uzaklaşmadan önce son bir kez ‘Unutmayın biz TİKKO’cuyuz’ dedi. Yaptığı işin meşruluğuna ve Parti’sine öylesine bir inancın ve sevginin sembolüydü bu sözler. Tıpkı köyde kapıyı çaldığında, ‘kamo?’ sorusuna verdiği net yanıtlar gibi : ‘TİKKO’cuyuz!’
Bütün bu olanlar, yüksek bir tepede grubun savunmasını alan ve içinde Kinem yoldaş’ın da olduğu savunma grubu tarafından merak ve heyecanla izleniyordu. Dürbünü kimseye bırakmayan Kinem, saniye saniye olayı aktarıyordu yoldaşlarına. ‘Aracı durdurdular, götürüyorlar!’ Ve birkaç dakika sonra patlama sesi geldiğinde herkes sevincinden uçacak gibiydi. En çok da Kinem sevinmişti eylemin başarılı bir şekilde yapılmasına. Kopardığı onca kıyametten sonra, önemli olanın eylemin başarısı olduğuna, kimin katıldığının ise çok önemli olmadığına az da olsa ikna olmuştu!
…
Yeni bir alanda yaşanabilecek tüm zorluklar, Munzur ve Kinem yoldaşların bu ve buna benzer çabaları sayesinde aşılmaya çalışılmıştır. Sızlanma, yakınma ve başkasından bekleme olmadan gereken neyse o yapılmaya çalışılmıştır. Geçmişte olduğu gibi bugün de yaratılan tüm değerler şehitlerimizin canlarıyla kanlarıyla yaratılmıştır. Her adımında, her parçasında onların emekleri olduğu asla unutulmamalıdır. İçinden geçtiğimiz süreç, her militandan azami bir çaba istemektedir. Zorluklara katlanmayı değil aşmayı gerektirmektedir. Tıpkı Munzur ve Kinem yoldaşların yaptığı gibi…
Aslında yoldaşlara dair anlatılacak daha bir çok şey var. Ancak en önemlisi, onların Parti’mizin devrimci bir ordu yaratma çabasına sundukları emekleridir. O emekte özveri ve fedakârlık vardır. O emekte ısrar ve kararlılık vardır. O emekte yoldaşlarına ve Parti’ye duyulan sorumluluk vardır. O emekte devrim isteği ve halk sevgisi vardır. İşte bu nedenle Munzur ve Kinem yoldaşların şehadetleri de savaşa katkı sunmuştur. Çünkü şehitlerimiz savaş çağrısıdır. Arda kalanların kin ve öfkeleri bilenmiş, inançları tazelenmiştir. Unutulmasın ki sorulacak hesap ne kadar katmerliyse, hesap günü de o kadar şiddetli olacaktır. Şimdi yeni Munzur’lar, yeni Kinem’lerle yol almanın, yol aldıkça büyümenin-gelişmenin ve hesap gününü yakınlaştırmanın tam zamanıdır!
Cumhur Sinan Oktulmuş (Deniz)
OCAK 2011