14 Mart 1883 – “insanım ve insani olan hiçbir şey bana yabancı değil” diyen Marks, insanlığın üzerine kara bir bulut gibi çöken kara zulüm düzenini paramparça edecek bir davanın mimarıdır. İnsani olan herşeyin ayaklar altına alınmaya çalışıldığı bir dünyada insan olmak, insani değerlere sahip çıkmak, değişmek ve değiştirmek yaşamın özüdür.
5 Mayıs 1818’de Almanya Ren Prusya’sında doğan, tüm dünya proletaryasının ustası Karl Marks da yakaladığı bu özü hep insanlık adına korumuş ve büyütmüştür. Bonn Üniversitesi’nde bir yıl hukuk eğitimi gören Marks, düşünceye, araştırmaya, tartışmaya eğilimli kişiliğiyle Berlin’de felsefe öğrenmeye başlamıştır.
Bu dönem, Onun o zaman hüküm süren siyasal-toplumsal sisteme beslediği amansız nefretine teorik bir temel kazandırmıştır. Marks o yıllarda Hegelci felsefeyi izlemektedir. Engels’le tanışması da genç Hegelcilerle ilişkiye geçtiği döneme rast gelir. Almanya’da yayınlanan Rheinische Zeitung gazetesinde editörlük yapmaya başlayan Marks, 1842’de gazeteye yeni bir çizgi kazandırarak sisteme karşı daha radikal bir mücadele yürütülmesinde ısrar eder. Almanya’daki ciddi toplumsal ve siyasi meseleler üzerindeki gergin ve sert tartışmalar Marks’ın ihtilalci-demokratik inançlarını güçlendirmesine ve ateşli bir ihtilalci yazar olarak kalemini keskinleştirmesine yardımcı olur. Yazdığı bütün makaleler mevcut sistemin akıl dışı; “zulüm ve vahşeti” mazur göstermeye çalışanların düşüncelerinin ise sakat olduğunu gösterme amacını taşımaktadır.
Gazetenin beyni olan Marks, gazetenin yönetici ve hissedarlarını siyasal duruşuyla rahatsız eder ve editörlükten çekilir. Kısa bir süre sonra da gazete kapanır. Gazete kapatılmadan önce Marks, Alman ve Fransız demokratlarını birleştirmek için yayımlamayı tasarladığı dergiye ilişkin yazışmalarını sürdürür. 1843’te Paris’te yayımlanacak bir derginin kabataslak bir programını yapmıştır.
Marks, derginin temel çizgisinin kendi fikirlerinden ürkmeden, karşısına çıkabilecek güçlerle çatışmaktan korkmadan mevcut dünya düzenini amansızca eleştiren bir çizgi olmasını istiyordu. Marks’ın gazetenin çıkışı için bütün örgütsel meselelerle uğ
raşmak üzere Paris’te bulunması gerekiyordu. Zaten çoktandır Almanya’dan ayrılmaya karar vermişti. Prusya hükümetinin kendisini çalışmadan para alabileceği bir memuriyetle satın almaya kalkışması ayrılışını çabuklaştırır ve 1848 Ekim sonlarında Paris’e yerleşir. Marks, bir kaç ay içinde o zamanlar dünyanın belli başlı bilim ve kültür alanlarından birisi ve ihtilalci hareketin başta gelen merkezi olan Paris’teki toplumsal ve siyasi hayatın etkilerini duymaya başlar. Paris, sınıf çelişmelerinin ve burjuva dünyasını sarsan çarpışmaların incelenmesi için mükemmel imkanlar sağlamaktadır. Marks’ın proletaryanın insanlarıyla temas kurduğu ilk yer de burasıdır. Ve 1844 Şu-bat’ının sonunda Deutsche-Franszösiche-Jahrbücher’in ilk çift sayısı çıkar. Marks ve Engels’in isimleri ilk kez bu gazetede bir araya gelir. O zamana kadar birbirini tanımayan bu iki genç adamın fikirleri aynı çizgide gelişmiştir ve böylece ölünceye kadar sürecek bir dostluk-yoldaşlığın ilk adımları aralarındaki yazışmalarla başlar. 1844 Ağustos’unda tanışırlar. Marks’ın Paris’e gelişinden 15 ay sonra Fransız burjuvazisi, başını ağrıtacağı endişesiyle Onu yine sürgün eder. Ülkeden ülkeye sürülen Marks, edilgen felsefi anlayışları devrimci bir bakış açısıyla inceler, dünyanın değişmesi gerektiğini, değişebilirliğini ve nasıl değiştiğini anlatır ve tartışır. Ana tezini 1844’de ileri sürer: Halkını kurtarma ve sosyal düzeni değiştirme misyonunu yerine getirebilecek ve üstlenebilecek sınıf, yalnızca proletaryadır. Neden? Çünkü, proletarya çağdaş burjuva toplumu içinde var olma koşullan en kötü sınıftır, özel mülkiyetten yoksundur. Bu yüzden düzenin muhafazası onu ilgilendirmez. Proletarya, sınıfının bilinciyle donanır donanmaz kurtuluş hareketinin itici gücü olacaktır. Artık proletaryanın özgürlük savaşının teorik temeli diyalektik materyalizm de proletaryanın elindedir.
Marks bu görüşünü Engels ile birlikte hazırladığı “Kutsal Aile” adlı eserinde incelemiş, felsefesinin yapı taşlarını ortaya koymuştur. Engels’le Brüksel’de İşçi Eğitim Derneği’ni kuran Marks, 1847 sonunda komünizmin manifestosunu yine Engels ile birlikte yazar. Manifesto’da kitlelerle buluşur.
1960’lı yıllarda büyük maddi sıkıntılar yaşayan Marks’a en büyük destek En-gels’ten gelir. Onca sıkıntının içinde Das Kapital’in ilk cildini yayınlar. Kitap bittikten
sonraki bir mektubunda Marks, Engels’e şöyle seslenir:
“Sonunda bu cilt bitti. Bunu, bunun mümkün olmasını yalnızca sana borçluyum. Senin kendini paralarcasına ettiğin yardım olmasaydı, bu üç ciltlik dev çalışmaya giremezdim. Teşekkürler, kucaklarım seni.”
1881-1883 yılları arasında ardarda eşini ve kızını kaybeden Marks, tüm üzüntüsüne rağmen dünyayı değiştirme arzu ve çabasından birşey kaybetmez.
Yaşamının son bir buçuk yılını, karaciğer sorununa karşın Kapital’i bitirmeye harcar. Kitabın taslaklarını ve ana çizgilerini tamamladıktan bir süre sonra 14 Mart 1883’de Londra’da ölümsüzleşir.