Partizan’ın kara çocuğu, Haydar yoldaşımız, duyduk vurulmuşsun düşmanın zalim kurşunlarıyla. Silahının son mermisiyle siper olmuşsun yoldaşlarına… Yüreğini, gülüşünü siper etmişsin. Şaşırmadım Kara Çocuk, şaşırmadık
çünkü sen kendine ait duruşunla, bir devrimciye yakışanı yaptın. “Önce yoldaşlarım, önce yoldaşlık” diyen
bakışların, gülüşünle tanıdım seni. Toprağa düşen bedenini gördüğümden bu yana, belki kızacaksın ama, kabullenemedim gidişini. Giden her yoldaşın gidişini kabullenemedim, her gidişi “erken buldum” ve gidişin bedenen olsa da, öfkenin bileyeni olsa dahi kabul etmek ne zormuş. Seninle ilgili anılarım geldi gözlerimin önüne, her seni düşündüğümde o anılar eşlik eder oldu gözyaşlarıma. Anılarımızda gülüşlerin eşlik ediyor şimdi bana.
Günlerdir seni, bende bıraktığın o derin etkiyi, gülüşünü, mütevazılığını, sende başka bir yaşam bulan devrimciliği yazmak için zorluyorum kendimi. Ama inan seni anlatamam, birkaç cümle ile geçersem gülüşüne haksızlık
ederim diye düşündüm. Sonra yazmazsam esas o zaman haksızlık olur, sana da bize de diye kendimle mücadele ettim. Bir başlayabilsem anlatmaya oysa, sadece gülüşünü yazsam örneğin, ne çok anlatılırsın…
Kara çocuk, seni ilk defa Erzincan’da görmüştüm. O zaman çok yeni tanışıyordum mücadeleyle. Büyük bir heyecan ile nerede yoldaşlar varsa kendimi oraya atar, varsa bir iş, yapılacak bir şey ucundan tutmak çabasıyla yanıp
tutuşurdum. Sen beni görür görmez o tariflenemez sıcak gülüşünle selam vermiştin. O dönem Erzincan’da operasyon olmuş, Hakan yoldaş ile birlikte birçok arkadaş tutuklanmıştı.
Sen anladığım kadarıyla alanı toparlamak, yarım kalan işleri tamamlamak için ara ara geliyordun. YDG’nin her yıl yaptığı konferansa çok az zaman kalmıştı ve sen de Erzincan’dan konferansa katılacaklarla ilgileniyordun.
Halimi hatırımı sorduktan sonra nereden geldiğimi ve oradaki konferans çalışmalarını, konferansa gelip gelmeyeceğimi sormuştun. Geleceğimi öğrenince plan yapmıştık, gideceğimiz gün için sözleşip ayrılmadan önce konferans konularına dair elindeki yazıları, “Okumak istersin diye düşünüyorum, bunlar çok güzel yazılar. Siz hazırlık yapmışsınızdır ama btazelenmiş olur” diye gülümseyerek bana vermiştin. Tüm gün birlikte birçok şeye dair konuşmuş, kaynaşmış ve ayrılmıştık. Ben köyün yolunu tutmuş, son aracı kaçırırım diye hızlı adımlarla ilerlerken, baktım peşimden hızlı hızlı yetişmeye çalışıyorsun. “Ya yoldaş kusura bakma, sormayı unuttuk, paran var mıydı senin, nasıl gideceksin?” diye sormuştun. Çok hoşuma gitmişti, “Ne kadar ince bir yoldaş” diye düşünmüştüm.
Konferans yerinde olmak için erken çıkmıştık yola 6-7 arkadaş. Zaten bir alana Haydar yoldaş gelip gidiyorsa toparlanması uzun sürmezdi. Çok hareketli, canlı, samimiyeti ve emekçiliğiyle gittiği yeri toparlıyordu. Karşındakine soru sormayı, onu tartışmaya çekmeyi bilen, gülüşüyle karşındakinin çekingenliği kıran kara çocuk, yol boyunca herkesle tek tek ilgilenip durmuştu. Her arkadaşın oturduğu koltuğa gelir sohbet etmeye, konferansın heyecanını paylaşmaya özen gösterirdi.
Ben yol boyunca uyudum neredeyse, Haydar yoldaş 22 saatlik yolculuk boyunca her molada yanıma gelip uyandırıp su vermek istemişti. Ben yol boyunca ne yiyen ne içen biri olarak ısrarına ve “Ya yoldaş en sonunda susuzluktan öleceksin, su iç artık” demene dayanamayıp içmiştim.
Konferans boyunca aynı hareketlilik, heyecan ve gülüşünle koşturup duruyordun. Yeni biri olarak divandaki her arkadaşı, o zamanki anlatışımla “ağzım açık” dinlemiştim. Yanımda aynı alandan “gereksiz” bir tip, benim hayran hayran bakışımı, tartışmaları dinlediğimi görünce, her dönemin hastalığı, kariyerist, popülist histerisi olacak; “Bak ben bu arkadaşların hepsini tanıyorum, hepsiyle çok yakınım, birçok şeyi beraber tartışıyoruz” vb. şeyler söyledi. O zaman da garipsemiştim ama çok üzerinde durmamıştım bu “açıklamanın”. Ama şimdi düşünüyorum da, ne kadar “küçük”, “gereksiz” bir hesaptı bu, duyduğum hayranlıktan kendine bu insan nasıl bir pay çıkarmaya çalışıyordu. Haydar yoldaş divandaki arkadaşlardan biriydi. O konferansa kadar sadece okur düzeyinde olan ben kendi içimde örgütlü olmayı netleştirmiştim.
Çünkü tartışmalar, konferansın atmosferi beni oldukça etkilemişti. Haydar yoldaş için önce yoldaşlar, önce
yoldaşlık! Haydar yoldaş YDG’li olduğum zaman diliminde birçok defa karşılaştığım ve yüreğimde en çok gülüşüyle yer eden bir yoldaştı. Tepkileri, davranışları, gülüşü o kadar doğaldı ki Haydar’ın, herkesin gönlünde yer etmiş olması bundan olsa gerek. Haydar’ı kızarken görmek oldukça zordu. Bu yoldaşlarına kıyamamasından mıydı, olgunluğundan mıydı bilemiyorum. Haydar yoldaşı sadece bir kez kızarken görmüştüm, o da en hassas olduğu, “önce yoldaşlar,
yoldaşların sağlığı, rahatlığı” konusuydu. Hatırlamadığım bir etkinlik için Dersim’de bir araya gelmiştik, ilk geldiğimizde senin bir işin olacak ki, alandaki diğer arkadaşlar karşılamıştı bizi. Ama “küçük
bir sıkıntı” vardı. Kalacağımız yerin anahtarı yoktu, biz dışarıda beklemiştik. Sen gelip manzarayı görünce çok kısa
bir süreliğine “ya yoldaş bu nasıl organizasyon, siz gelen yoldaşlarla böyle mi ilgileniyorsunuz” diye bize çok çaktırmadan “kızar gibi” yapmıştı. Sende “önce yoldaşlık” bakışı “Biz’in” vücut bulmuş hali gibiydi.
Gülmek senin en doğal halin, belki de birçok şeye tepkin haline gelmişti.
Hiç yüksek sesle söylememiştin, kimse duymazdı ama herkes dağlara sevdalı olduğunu bilirdi. Bir defasında okuldan, okulumun olduğu şehre dair durumu anlatıp sıkıntıları paylaşırken, “ya yoldaş bak seni oradan kurtaralım, gel biz senle başka alanlara gidelim” demiştin. Muhtemelen o süreçte sen Dersim’in dağlarını yol eylemiş olacaktın. Çünkü sonra görmez olmuştum seni. Haydar yoldaş “doğallığıyla” farklıydı Haydar yoldaş politik, ideolojik duruşu, birikimiyle gençliğin militanı olarak ayrılıp gerillanın komutanı oldu. Senin için, “Haydar yoldaş ne kadar fedakâr, mütevazı” sözlerini duysan susturursun, utanırsın bundan. İşte seni benim gözümde yükselten, yücelten, yüreğimin
derinliklerinde yer edindiren; seni farklı, özel kılan şey, senin sadeliğin, doğallığın. Sadeliğinle, doğallığınla aslında o kadar özel, o kadar farklı bir yerdesin ki…
Senin varoluş felsefeni oluşturan, sana has ama herkeste olması “gereken” mütevazılığındı. Ve sen gri bir pantolon ile tişörtün ve “evim” dediğin bir eski çantandan başka hiçbir şey olmayan Kara Çocuk, gülen yanımız…
Senin için tek değerli, tek önemli şey bu hayatta örgütün ve onun ihtiyaçlarıydı. İnandığın
ve uğruna canını ortaya koyduğun ideallerini, ideallerimizi er ya da geç mutlaka ama mutlaka gerçeğe dönüştürmek boynumuzun borcudur. (Bir yoldaşın)