45 gün süren süresiz açlık grevi eyleminin ardından sırayı bekleyen daha büyük bir yaşam koşusuydu. Ölümü adımlayan yoldaki büyük yaşam koşusu. Bütün koğuşlarda yaşanan aynı telaş, aynı heyecan, aynı coşku ve aynı hüzündü. Elenmişti bu yaşam koşusunda kimileri. Koşanlarımız en önde olanlarımızdı. Yapılan konuşmaların ana ve ortak teması zafere kenetleniş ve koşuyu sonuna kadar götürmenin inancı. Konuşmaların ardından Ölüm Orucu direnişçileri ve diğer tutsakların tümü akşam yapılacak tören için hazırlanmaya başlamıştı bile. Bu tarihsel yürüyüşün başlayacağı gün de içeriğine uygun olmak zorundaydı. Havalandırmanın ortasında dev ateşin etrafında çarpan yüreklerin tümünde ses ve ritim aynıydı; Biz Kazanacağız! Bu inançla yürüyüşün andı içildi. Bu süreçte koşanlar, koşanların yanı başında yer alanlar ve diğerleri… Herkes yaşanan tarihi sürecin heyecanı ve sorumlu- luğuyla hareket etme çabasındaydı. Tutsak yakınlarının dışarıda çarpan yüreği, görüş kabinlerinde anaların yükselen çığlığıyla büyüyordu. Dışarının sesine ses olunması gerektiğini birçoğu o zaman diliminde öğrendi belki de… Ölüme nerden, nasıl bakarsak bakalım soğuktu yüzü. Onur ve erdem yüklü ama soğuk. Onurlu yaşamın ilk omuz başı oldu Aygün Uğur. İlk o yakaladı yaşam ipini. Ve devretti kendinden sonrakilere. Hapishane koridorlarını, koğuşlarını dolduran zılgıt Aygün’ün yaşam zılgıtıydı. Ümraniye’den başlattığı zılgıt ülkemiz hapishanelerinde binlerce tutsak kitlesi tarafından çekilen zılgıtla yanıtlandı. “Onlar elbette ki yiyorlar, içiyorlar” böğürtüsü kulaklarda iken, Aygün gülüşüyle yanıt verdi. Tarihin bu kesitinde yürütülen muharebe de tıpkı diğerleri gibi hafife alınamayacak kadar önemliydi.
Düşmanın her saldırı ve manevrası mutlak suretle yanıtlanmalıydı. Aygün yaşamıyla verdi bu yanıtı. Ardından diğerleri çekti yaşamın onurlu ipini. Sırasıyla ve hiç tereddüt etmeden. Çanakkale’den duyduğumuz ses Ayçe İdil Erkmen’in sesi kadın savaşçılara ayrı ve daha anlamlı bir mesaj gönderiyordu. Ölüm Orucu’nda şehit düşen ilk kadın tutsak olma onuruyla devretti bayrağını kendinden sonrakilere. SAG direnişçisi Tahsin’in onur yüklü, yıllarını devrime adamış olmanın tüm mütevaziliğiyle katafalkında yatıyordu.
Devlet yaptığı açıklamalarla çaresizliğini ve köşeye sıkışmışlığını ifade ederken, komünist ve devrimci tutsaklar ortaya koydukları irade ile kazanacaklarını çok iyi biliyorlardı. Direnişin 67. gününde sıradaki Yemliha’ydı.
Beklenen haberin tüm koğuşlara ve hapishanelere yayılması uzun zaman almamıştı. Uğurladığımız her bedel öğreterek ayrıldı aramızdan. Açlığın ve ölümün soğuk yüzünü parçalamak istercesine gülümsüyordu. Eriyen bedene inat gülümsüyordu. Her gün biraz daha eriyen bedenin ağırlığıyla, adım atmanın dahi zorlaştığı o günlerde gidenlerimiz koşmayı emreder- cesine yatıyorlardı katafalkta. O da hazırlandı gideceği yolculuğa. Upuzun koridoru dolduran insan yığını bu onurlu gidişi uğurlamaya hazırlanıyordu. Bir bedel ödemeye daha. Sarıldığı bayrağın altında karanfillerle uğurlandı Yemliha. Çıkarken direniş koğuşundan yoldaşlarının omuzlarında tek tek tutsak kitlesinin yüzünü izlerken hüzünle bakan gözlerin tümüne güç ve cesaret veriyordu. Ve yine hapishane duvarlarında yankılanan o çığlıkla uğurlandı Yemliha; Bize Ölüm Yok!, Bize Ölüm Yok!, Bize Ölüm Yok! 69 günlük bu çarpışmanın ardından kazanımların ilan edildiği saatlerde Hayati Can’ın sesini duyduk Bursa Hapishanesi’nden. Tarihe altın harferle yazılan bu direnişin son noktası oldu O. Ölüm Orucu’nun vücutta yarattığı tahribat nedeniyle daha sonra Erkut Direkçi ve Polat İyit de ölümü kucakladılar tereddütsüzce…
Zaferi muştuladı ve kutlarcasına tüm tutsak kitlesini, soluğunu bıraktı kavgasına. Bu tarihi tecrübenin kazanımlarıyla birlikte karşılandı hapishane saldırıları. 19 Aralık katliamının ardından yaşanan Ölüm Orucu direnişinde 96’nın öğretileri ve sonuçlarıyla hareket edildi. Nergiz, Muharrem ve diğerleri kendilerinden önce direnerek ve ölümü küçülterek yazdıkları tarihin takipçileri olarak yazıldılar bu süreçte. 96 Ölüm Orucu’nun zaferle sonuçlandırılması, devrimci iradenin önünde durabilecek bir engel olmadığının, dolayısıyla bu toprakların yeni zaferlere ulaşacağının da teminatıdır…