Davasına yüreğinin en derin yerinden inanmıştı…
14 Nisan 1999’da Tokat’ta Doğan Altun ile birlikte ölümsüzleşen Seyit Külekçinin bir yoldaşının O’nu anlattığı yazısını yayınlıyoruz.
Günümüze de dair dersler çıkarabileceği, öğrenilmesi ve dikkat çekilmesi gereken noktalar olduğu için yazıyı gerekli buluyoruz. Yılgınlığa, umutsuzluğa inat, kavga kaçkınlığının karşısına dikilmiş koca bir çınardı O…
Yedi yıl süren tutsaklık döneminden sonra kaldığı yerden devam etti. Fakat bu kez şehir askeri faaliyetinde değil, işçi faaliyetinde yer aldı. Çünkü parti onu bu alanda görevlendirmişti. O buna itiraz etmemiş ve görevi kabul etmişti. Böylece dağa gitme, gerilla mücadelesine katılma isteğini bir süreliğine ertelemişti. Günü geldiğinde bu isteğini yine öne sürecekti. Nitekim PMK 3. toplantısından hemen sonra bu isteğini gerçekleştirdi ve Parti onu 1998 sonbaharında gerilla alanına gönderdi.
Aslında Parti Onu hazırlamak ve Dersim’e gönderilecek birliğe siyasi komiser olarak atamak istiyordu.
14 Nisan 1999 tarihinde ölümsüzleştiğinde sorumluluklarını ve yükümlülüklerini Bölge OPO sekreter yardımcısı ve Mıntıka gerilla birliği Siyasi Komiseri olarak yüklenmiş, düşmanın önemli hedeflerinden biri haline gelmişti. Bu bile Seyit Külekçi yoldaşın kim olduğunu bize gösterir. Fakat bu, bu kadarla yetinmememizi, on yıllık devrimci yaşamının yedi yılını tutsaklık koşullarında geçiren Seyit Külekçi yoldaşı bazı yönleriyle anlatmamızı gerektirir.
Yapılı ve uzun boyluydu. Çok konuşmaz, gereksiz laf etmezdi. Davranışlarıyla kendisini anlatır, karşısındakileri dinleyerek anlardı. Parti ilkelerini her şeyin önünde tutardı. Dıştan soğuk ve resmi görünürdü. Ama diyaloğa geçildiğinde bu sessizliğinin altında erişilmez bir derinliğin, bir içtenliğin, bir samimiyetin olduğu görülürdü. Hayat tecrübesinden geçmiş, örsle çekiç arasında dövülmüş biri gibi olgunlaşmış, davasına yüreğinin en derin yerinden inanmıştı. inandığı ve üzerine aldığı bir işi ne yapar eder yerine getirirdi. Bu ona yoldaşları arasında olduğu kadar diğer devrimci arkadaşları arasında da saygınlık kazandırmıştı… Tokat dağlarında ölümsüzleştiğinde en başta zindan cephesi yasa boğulmuş, vurulması neyse ölü bedenine yapılan düşman işkencesi herkesi kinlendirmişti!..
Bir kenara çekilseydi, bireysel kurtuluş yolunu seçseydi belki şimdi hayatta olacak, farklı bir hayat sürecekti. Ama o bunu yapmadı. Bir kenara çekilmedi. Mücadeleye kaldığı yerden devam etti ve bunda tereddüt etmedi. Her şeyin metalaştığı, insan haysiyetinin ve onurunun ayaklar altına alındığı bir dünyada bir kenara çekilmenin, bireysel kurtuluş yolunu seçmenin anlamı olmadığını gördü. Sosyal bir varlık olarak insan hiçbir zaman kendisi için yaşamamıştır. Kendisiyle birlikte var olduğu cinsdaşlarıyla birlikte olmuş, onlarla bir arada yaşamıştır.
Birlikte üretmiş, birlikte paylaşmış, birlikte ağlamış, birlikte gülmüştür. Gelişmesi de öyle olmuştur. Ama her şeyi metalaştıran kapitalizm, bunu tersine çevirmek istemektedir. Böylece insanı, özgürleşme yürüyüşünden alıkoymak istemektedir. Bu mümkün değildir elbet. Bu olsa olsa, koca bir özgürlük yürüyüşünde “büküntüden başka bir şey değildir.” Bunun böyle olduğunu en iyi, MLM’ye inanan ve MLM’yi bir eylem kılavuzu olarak algılayan komünistler bilir. Bu yüzden zaten komünistler, nerede olursa olsun Kapitalist-emperyalistlerin baş hedefidirler.
Seyit Külekçi yoldaş, torna tezgahında ve çeşitli işlerde çalışan ve emeğiyle yaşamını sürdüren biri olarak mücadelenin gerekli olduğunu daha iyi anlayandı. O yüzden haklıdan yana tavır almakla kalmadı, örgütlendi. Ve işçi hareketliliğinin baş gösterdiği bir dönemde şehir askeri faaliyetinde yerini aldı.
Henüz örgütlülüğün tazeliğindeyken katıldığı bir kamulaştırma eyleminin ardından (1990 tarihinde) esir düştü. Esir düşmesine neyse yetersizliğine üzüldü. Ama yapacak bir şey yoktu, olan olmuştu bir kere. Soğuk kanlı ve akılcı olmak gerekiyordu. Bunu daha sonra öğrenecek, kendisini buna göre şekillendirecekti. Nitekim öyle de yaptı. Birlikte olduğu yoldaşlardan, onların deneyim ve birikimlerin den yararlandı ve kendisini yeniden şekillendirdi. Nazım Hikmet’in dediği gibi “tüm mesele tutsak düşmekte değil, teslim olmamaktadır.”
Bu durum tutsaklığın karşısına özgürlüğü koymayı gerektirir. Tutsaklığı ve özgürlüğü birbirini şekillendiren ve kuran zıtlar olarak tanımlamayı gerektirir. Çünkü tutsaklık; bir şeye, bir hedefe varmanın seyri içerisinde karşılaşılan bir durumu ifade eder. Ve özgürlüğün getirdiği/getireceği güzelliği, tazeliği engeller.
Oysa özgürlük, özgürlüğü gerçekleştirecek olan devrimcinin, çevrelendiği koşulları ve şartları, yani faşizmin belirlediği statükoyu ve yaptırımı tanımamayı, karşı koymayı ve parçalamayı gerektirir. Koşullar ve şartlar en çok zindan cephesinde etkisini gösterir. Uyanık olunmadığı ve karşı konulmadığı zaman beyinlere kadar işler ve asıl tutsaklık o zaman başlar. Parti, bunu bildiği ve tecrübe edindiği için kadroları uyanık tutar. Koşullara ve şartlara boyun eğmemelerine ve karşı refleks geliştirmelerine çalışır. Bu anlayışı benimseyen ve tutsaklığı fiziki ve mekansal görmeyen Seyit yoldaşın mücadelenin her alanında yer alması tesadüf değildir. içeride dışarıda olmak kadar kendisini yetiştiren, olaylara çok yönlü bakabilen biriydi o. Maraş’ta, Maraş’ın Elbistan ilçesinin Gücük köyünde 1961 tarihinde doğmuş, 1980 sonlarında Partiye katılmış, yoksul bir aileden gelen Kürt kökenli bir yoldaştı o. Devrimciler, halka, halkın meselesini kavrattıkları oranda görevlerini yapmış olurlar. Bu da içeriden dışarıya, yakından uzağa olur. Seyit yoldaşın hareket noktası da buydu. ilerlemiş yaşına rağmen annesini (kamuoyuna mal olmuş, adı direnişlerle özdeşmiş Elif anayı) boş tutmadı. Eylemden eyleme koşturdu ve bu sayede düşmanın vahşi yüzünü açık hale getirdi.
Zaten Seyit Külekçi yoldaşın mücadelede aldığı pozisyon, onun Marksizm-Leninizm-Maoizm’e bakışıyla da tutarlıydı. Ona göre Marksist-Leninist-Maoist biri, etrafındaki sorunlarla ilgili ve bu sorunlarla uğraşan, çözüm üreten biri olmak zorundaydı.
Zindan cephesi, bekleyip durmakla, gün sayıp tahliye olmakla ilintili bir alan değildir. Tam tersine mücadele etmekle, kuşatılmışlığa karşı koymakla, duvarları delip firar etmekle ilintili bir alandır. Çünkü; saldırının en vahşisi, en dayanılmazı buralarda olmaktadır. Buna; Diyarbakır, Sincan, Ulucanlar, Ümraniye ve en son 20 ayrı zindan cephesinde yapılan katliamlar kanıttır. Yedi yılını tutsaklık koşullarında geçiren Seyit yoldaş diğer yoldaşlarıyla birçok kere bu saldırılarla karşılaştı. Her seferinde örülen barikatlarda, başlatılan Süresiz Açlık Grevlerinde, Ölüm Oruçlarında yerini aldı, bundan hiçbir zaman geri kalmadı…
Voltada olsun, nöbette olsun daima görevi düşünür, taktikler ve yöntemler geliştirirdi. Yoğunlaşırken çevresinden soyutlanır, derin düşüncelere dalardı. Parlak bir fikre vardı- ğı zaman siyah zeytin iriliğindeki gözleri parlar, adeta tüm olumsuzluklara meydan okurdu. Pratik görevlerin yanı sıra gazeteye yazı yazmak gibi bir görevi de vardı. Görevi, daha çok ekonomi konularındaydı. Ekonomi konularında yazmak kolay değil. En azından temel bir iktisat bilgisi gerektirir. Ama o, bu eksiğini bir engel olarak görmez, günlük gazeteleri hararetle okur, tarar ve veri toplardı. Ekonomi hakkında yazılmış haberleri, analizleri incelerken, kafa karışıklığı yaratan bir yığın teknik ve akademik şeyler arasından doğru olanları seçer ve bunları Marksist bir bakış açısıyla yorumlardı. Çünkü o ekonominin, kendi içinde bir dizi çelişkiden ibaret olmadığını, toplumsal ve siyasal dünya içinde gerçekleşen ve ona etkide bulunan olaylardan ibaret olduğunu bilir, buna göre yorumlardı. Kafası karıştığı ve içinden çıkamadığı durumlarda tecrübeli yoldaşlara gider, fikirlerini alırdı. Böylece o, hem kendisini geliştirir hem görevini yerine getirirdi.
Onun dağa gitmesi, gerillaya katılması, silaha hayran olmasından ya da maceracı olmasından ileri gelmiyordu. Tam tersine devrime, devrimin yoluna, partiye, partinin siyasal görüşlerine önem vermesinden ileri geliyordu. Çünkü o, partiyi gerek dünya gerek ülke genelinde esen teslimiyet rüzgarlarına karşı dimdik ayakta duran ve silahlı mücadeleye devam eden ender güçlerden biri olarak görüyordu. Tutkuyla müdahale etmenin, risk almanın, kendini ortaya koymanın, ilkelere bağlamanın, tartışmada yara almaktan korkmamanın ve hayatta rahat yaşamanın zaafına düşmemenin bir devrimci için taşıdığı önem her zamankinden daha büyük değil mi? Tam da onun mücadelesiyle ortaya koyduğu gibi, içine kapatıldığımız hapishanelerin, sınırlarını yıkıp geçmek, dünyanın nesnel temsilini emperyalistlerle onların uşaklarının oluşturduğu küçük bir azınlığın eline bırakmamak her zamankinden daha gerekli değil mi?
Bir yoldaşı
Şehidimizin hayat ve mücadele yaşamını okumak için TIKLAYINIZ…